Hanefi Avcı, emniyet içindeki paralel yapılanmanın adım adım nasıl inşa edildiğini yazdı. Kitap çıkalı bir ay olmadan tutuklandı. Yıllarca terörle mücadele alanında yükselmiş sağ-muhafazakâr gelenekten gelen bir emniyet müdürü, solcu bir terör örgütüne yardım yataklıktan içeri atıldı. Örgütün üyeliğiyle suçlanan herkes serbest kaldı ama Avcı hâlâ mahkûm...
Nedim Şener, emniyet içindeki paralel yapılanmanın Hrant Dink suikastindeki rolünü irdeleyen, ihmal ve hatta kasıt sahibi olduğu düşünülen polisler hakkında bir kitap yazdı. Tutuklandı.
Ahmet Şık, emniyet içindeki paralel yapılanmanın oluşumu ve şu anki niteliği hakkında bir kitap yazıyordu. Daha kitabı bitirip yayınlayamadan tutuklandı. Yayınevi basıldı, kitapları imha edildi.
O dönemki savcı Zekeriya Öz, iki yazarın da 'gazetecilikten tutuklanmadığı'nı iddia eden bir bildiri yayınlamıştı. Ancak o 'dehşet delillerin' ne olduğu hâlen öğrenilemedi.
'Cübbeli Ahmet Hoca' ünvanıyla bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, Fethullah Gülen'i, özellikle gayri müslimlerin de cennete gireceği, vb. görüşleri sebebiyle yerden yere vuran vaazlar veren birisiydi. Yiğit Bulut'un 'Sansürsüz' programında, cezaevine girmeden ama hakkındaki kaset iddiaları ayyuka çıkmışken şunları söylemişti:
'Benim gözüm kara. 'Ölümü göze alan kişiden kork' derler. Bu kadar mesajım. 'Kasetin var, vaazı bırak' diyor bana. Şuna bak. Sen milletin imanını çalıyorsun, ondan sonra gelip benle uğraşıyorsun.'
Ünlü, bu ve benzeri sözlerinden kısa süre sonra, 'Karagümrük Çetesi' diye bilinen suç örgütüyle ilişkisi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Nasıl ki sağcı bir terörle mücadele emniyet müdürü, solcu terör örgütüne yardımdan tutuklandıysa, bir din adamı olan Ünlü de 'fuhuş amaçlı insan ticareti, fuhuş için yer temin etmek, vb.' suçlardan içeri alınmıştı.
Bu arada dershane tartışmaları sırasında, Ünlü'nün Gülen cemaatiyle ilgili fikirlerinde bayağı bir değişiklik olduğunu da görme fırsatımız oldu. Kendi cemaati üyelerinin önemli bir kısmının, 'sisteme biat etmek sayılır' endişesiyle çocuklarını ilkokula bile göndermekten imtina ettiği söylenen Cübbeli Ahmet Hoca, STV'ye konuk olup yaklaşık bir saat dershanelerin faziletlerinden bahsederek, din yolundaki hizmetlerini övdü.
Geçtiğimiz günlerde Mustafa İslâmoğlu Hocaefendi de, verdiği Cuma hutbesinde, zorunlu bir açıklamada bulundu. 2005 yılında Gülen Cemaati'nin görüşleri aleyhinde, bir tarikat tarafından on binlerce CD dağıtılmış. İslâmoğlu Hocaefendi, bu CD'lerdeki bazı ifadelerden rahatsızlık duyarak 'İnsaf, dinin yarısıdır' başlıklı bir hutbe vermiş ve bunu gazete köşesinde paylaşmış. Bunun üzerine Gülen Cemaati'yle sıcak ilişkiler oluşmuş. 2009 yılında Amerika'da bulunduğu bir dönemde Fethullah Gülen'i de daveti üzerine ziyaret etmiş. Baş başa bulundukları bir ortamda Gülen Cemaati'ne ilişkin iki temel eleştirisini dile getirmiş. Ardından yurda dönünce olanları, İslâmoğlu Hoca edebinden anlatmadığı için ben de değinmeyeceğim. Hoca'nın olanları 'Başımıza gelen pişmiş tavuğun başına gelmedi' diyerek özetlediğini belirtmekle yetineyim.
Bugün, millî iradeyi ve siyaseti savunanları yandaşlık, çıkarcılık, menfaatperestlikle suçlayanların gözlerden ırak tutmak istediği tablo budur. (Başlıktaki soruyu da ilk kez sormuyorum: 2011'de KCK davalarına ilişkin eleştirilerim sebebiyle benzer duyumlar almıştım.) Şayet bu mücadelen demokrasi güçleri değil de paralel yapı ve destekçileri galip çıkarsa, bugün demokrasiyi savunanları bekleyen 'en iyi senaryo' hapis hücresi olacaktır.
Neden memlekette ulusalcısından İslâmcısına, Fenerbahçelisinden Galatasaraylısına, Türk milliyetçisinden Kürt milliyetçisine kadar herkes yaka silkerken, Gülen Cemaati temsilcileri dışında 'Yargı kararlarına güvenelim' diyen kalmadı sanıyorsunuz?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.