Geçtiğimiz günlerde Meclis kulisinde sohbet ettiğim bir MHP yöneticisi “Açılım konusunda çok heveslenmiştiniz ama hükümet sonunda bizim çizgimize geldi. Zaten böyle olacağı da belliydi” demişti. İki tespitinde de haklı görünmekle birlikte böyle olmadığı kanısındayım. Yani ne AKP hükümeti Kürt sorununda MHP çizgisine geldi, ne de açılımın daha başlar başlamaz biteceği belliydi.
Kuşkusuz şu son günlerde yaşadığımız ve her geçen gün daha da tırmanan gerilim atmosferinde bir “açılım”dan söz etmek mümkün değildir. Ama gerek PKK, gerekse devletin karşılıklı olarak “topyekûn savaş” stratejisi uyguluyor olmaları, illa ülke olarak bir felakete doğru koştuğumuz anlamına gelmez. 14 Eylül’de kaleme aldığım yazıda, içinden geçtiğimiz süreci “Nihai çözüm öncesi büyük kapışma” olarak tanımlamıştım (http://rusencakir.com/Nihai-cozum-oncesi-buyuk-kapisma/1571 ) ve bu sürede yaşanan onca ek olumsuzluk ve tatsızlığa rağmen bu yaklaşımımı koruyorum. Tarafların hiçbirinin bu “topyekûn savaş”ı gidebileceği en uç noktaya kadar götüremeyeceğini, çünkü böylesi bir durumun net şekilde “kazananı olmayan savaş” anlamına geleceğini bildiklerini düşünüyorum.
Konuşmamak mümkün değil
Benim gibi düşünen, yani çok geçmeden Kürt sorununda yeniden “barışçı çözüm” arayışlarının öne çıkacağına inanan birinin normal şartlarda bir kenara çekilip, o ana kadar yaşanacak olanları sessizce izlemesi beklenir. Ama bu “geçiş dönemi” o kadar sert ve acımasız yaşanıyor ki suskunluk vicdansızlıkla eşdeğer hale geliyor.
Önce PKK’ya bakalım: Kırsal alanda karakol baskını, pusu, mayın tuzağı gibi kalleşliklerle can almayı sürdürüyor. Kentlerde başta polisler olmak üzere güvenlik güçlerine yönelik olarak geçmişte Hizbullah’ın infazlarına benzer katliamlar tezgahlıyor ve bu arada kadın-erkek, genç-yaşlı demeden masum sivilleri de katlediyor.
Devlete gelince, kırsal kesimde PKK’ya karşı mücadele ederken halkı da karşısına alan, diğer bir deyişle PKK eylemlerinin hıncını bölge halkından çıkaran devletin maziye karışmış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak devlet kentlerde, bir zamanların olağanüstü hallerini andırır bir strateji izlemekten çekinmiyor. Tabii ki KCK operasyonlarını kastediyorum. Ama Başbakan Erdoğan’ın bu operasyonların eleştirilmesine tahammül edememesi, bu operasyonlardan daha vahim bir duruma işaret ediyor. 1990’lı yıllarda bizlerden “Mehmetçik gazeteci” olmamız istenirdi. Yani PKK’ya karşı devletin her yapıp ettiğini kayıtsız şartsız desteklememiz. Eğer bugün Türkiye’de demokrasiden bahsediliyorsa, bunda, birçok gazetecinin, birçok açık riske rağmen “Mehmetçik gazeteci” dayatmasına direnmelerinin payı yadsınamaz.
Açılım döneminden iki güzel slogan hatırlıyorum: “Analar ağlamasın” ve “Her şey konuşulsun.”
Maalesef bugünlerin sloganı “herkes ne konuştuğuna dikkat etsin” oldu. Peki etmezsek, sanki açılım sürüyormuş gibi konuşmayı sürdürsek ne olacak?
Bekleyelim, görelim.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.