Mem u Zin... 1651’de Hakkari’nin Han Köyü’nde doğmuş, büyük Mürşid ve İshakpaşa Medreseleri Müderrislerinden Ahmed-i Hani (Mele Ahmed) hazretlerinin meşhur eseri Mem u Zin, yeniden şerh edildi. Ağrı Merkez Camii karşısındaki İslam Kitabevi’nden baskı yapan eseri, dilimize şerh eden kişi, Hafız Osman İlhami Karakurt Hocaefendi...
Kitabı yeniden gündeme getiren tartışma ise Kürtçe üzerinden devam edegelen aktüalite. Hani Hazretleri, Arapça, Farsça ve Türkçe’ye hakim bir lisan görgüsüne sahipken, bu meşhur eserini niçin Kürtçe olarak kaleme almış diyecek olanlara, Kürtçenin onun ana dili olduğunu söylemek gerek evvelemirde. Onun dört dilde yazdığı diğer eserlerinin yanısıra, İslam akaidi, hadis mecmuası, sözlükler ve imani temel meseleler üzerinde kaleme aldığı ana kitaplarının çoğu Kürtçe’dir.
Kuşkusuz bunun siyasi bakımdan sonuçları incelenmeye değer... Sözgelimi; Mem u Zin’in, Necmi İstikbal Matbaasınca basılan nüshalarının, 1950 yılında devrin CHP’si tarafından yasaklatılıp toplatılması hadisesi edebiyatın politik makaslar tarafından nasılda keslip biçilebileceğinin tipik görüntülerinden... Sadece basit, dönemsel bir sansür değil bu kuşkusuz, medeni bir redd-i mirasın sadece Kürtçe üzerinden yaşadığı dramatik bir kesinti...
***
Osmanlıca’nın, Arapça ve Farsça müdevvenatı da aynı redd-i mirastan hallice almış payını... 1985’te Hukuk Fakültesine başladığımda, Ahmet Cevdet Paşa’nın Mecellesini okuyabilmek için öğrenmek zorunda hissettiğim Osmanlıca’nın, tüm kitabi anahtarları ve kısa nahiv bilgisi ihtiva eden kaide ve dilbilgisi kitapları da aynı yazgıyı taşıyordu sözgelimi. Benzeri yasaklar, toplatılma kararları ve netameler arasında çıkartılabilen kısmi izinler sonucu basılmış küçük risalelerdi oysa hepsi de... Sahhaflardaki Osmanlıca alfabe ve okuma anahtarı satan tüm kitapçılar, çekmecelerinde her ihtimale karşılık mahkeme/berat kararlarını bulundururdu... Mem u Zin dahil, Osmanlıca’da kalmış Latinizeye henüz intikal edememiş tüm büyük kitaplarsa, seksenler boyunca Beyazıt’taki Sahhaflar Çarşısı’nın bahçesinde yere yığılmış öbekler halinde bir tür fire, bir tür kiloyla satılan eski kağıtlar hükmündeydi...
Bir dili tüm zenginliği ile medeni bir hale koyan, şair ve ediplerinin çabasıdır muhakkak... Ama ya okuyucular? Ya Şarihler? Onlar olmasa belki gelecek zaman diye bir şey asla olmazdı...
“Beni kimse perdeleyemez” diyor Ahmed-i Hani Hazretleri... Büyük Allah dostu, Peygamber aşığı Hani; fen ve dilbilgisi ilimlerine hakim olduğu kadar “ilmi ledün” denilen, dinin sufi hakikatlerine açılan perdelerden de bir bir geçerek, “ilim ve irfan” maksadına nail oluyor Mem u Zin’de...
Kitap, İbni Sina’da, İbni Arabi’de, Mevlana’da, Fuzuli’de, Şeyh Galip’de de örneklerini görebileceğimiz çok katmanlı rumuzlarıyla anlatılan bir aşk hikayesi... Zin ve Sitti adlı kızlarla, Memo ve Tacdin adlı delikanlıların birbirlerini sevip türlü maceralar sonunda vuslatı ve firkati yaşamalarıyla terennüm ediyor ilk bakışta... Fakat şerhte de okuyacağınız gibi, bu eseri kaleme alırken, Ahmed-i Hani hazretleri bu girişimini, Resulullah’a (sav) arzederek, müsadesini alıyor evvela ve tasavvufi diğer örneklerinde de olduğu üzre, kitabı yazdığını değil, kitabın ona yazdırıldığını ifade ediyor... Bu şekliyle ilhamını bizatihi medreselerde tedris ettiği şeriat ilimlerinin murakebesinden geçirdiği gibi, sufi zincirle bağlı olduğu hakikatler silsilesine de bağlıyor... Kitabın baş kahramanlarından Memo’nun Hz. Peygamberimize (sav), Zin’in ise Abdülkadir-i Geylani’ye rumuzlu olduğunu öğrendikten sonra, çok ufuklu bu tür bir okumayla, yeryüzündeki kısır kavgaları bırakıp, göklerin dilini, meleklerin lisanını, kalbi hakikatler üzerinden hayretle temaşa ederken buluyorsunuz kendinizi... Orada ayrışma, niza ve kavga değil, orada tevhid, alçakgönüllülük, feda ve fena bulma var...
Hafız Osman Karakurt’a şükranlarımızı sunuyoruz...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.