Bir iki ay oluyor, gazeteden aradılar, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hakaret ettiğim için benden şikâyetçi olduğu haberini verdiler. Çok geçmedi, ta Kartal’a gittik, savcılığa ifade vermeye. Taraf’ta yayımlanmış iki makale hakkındaydı şikâyet. Bunlar, Haziran seçimlerinden sonra, bu seçim sonuçlarının tersyüz edilmesi üstüne yazdığım yazılar. Neyin hakaret olduğu belli değil. Tayyip Erdoğan’ın “seçim tekrarı”nı nasıl empoze ettiğini anlatıyorum, herkesin okuduğu, dinlediği, bildiği haberlere dayanarak.
Bu yakınlarda çağrı geldi. Yazılardan birinden ötürü dava açılmış, Mayıs ayında mahkemeye çağrılıyorum. “Vermezsen 400’ü” başlıklı yazı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret etme şikâyetiyle hakkında dava açılmış olmak, insana bir “özgünlük” konumu kazandırıyor. Tayyip Erdoğan Başbakan olduğundan bu yana, herhalde birkaç bin kişi hakkında böyle şikâyetlerde bulundu ve böyle davalar açıldı. Bunların birçoğu halen devam etmekte, sanıyorum. Ama elimde rakam, istatistik vb. yok.
Böyle bir durum bu toplumun tarihinde daha önce görülmüş müydü? Hayır, görülmemişti. O pek popüler deyimle “münferit vakalar” görülmüştü. Örneğin Çetin Altan’ı 12 Mart döneminde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a hakaretten ötürü mahkûm etmiş ve hapse atmışlardı (12 Mart döneminde Yargı’nın bağımsızlığı ayrı bir inceleme konusu tabii). Ama seyrek görülürdü böyle davalar– mahkûmiyet iyice seyrekti.
Ve Tayyip Erdoğan gibi sık şikâyette bulunan bir “devlet büyüğü” de olmamıştı. Şimdi bu ilginç bir durum.
Bir Başbakan ya da bir Cumhurbaşkanı böyle Allah’ın günü bir yazıdan “Bana hakaret ediyor” diye alınırsa, arkasından, “Yahu, niçin bana bu kadar çok insan hakaret ediyor?” diye düşünmesini beklersiniz. “Düşünmek” dedim ya, insan düşünmeye başlamayagörsün, durdurması zordur; düşünce düşünceyi açar. Bu noktadan, “Ben ne yapıyorum da bana hakaret ediyorlar?Daha önce kimsenin böyle bir sorunu olmamıştı. Neden bana?” düşüncesine de gelebilirsiniz; “Acaba onlar hakaret etmiyor da ben mi olur olmaz alınıyorum?” düşüncesine gelmek de olmayacak bir şey değildir. Diyorum ya, bir kere “düşünce yolu”na çıkınca insan, bütün bu duraklar mümkün.
Ama anlaşılan Tayyip Erdoğan öyle duraklara uğramıyor. “Büyük bir şer cephesi var” diye düşünüyor olabilir. “Örgütlenmiş, işbölümü yapmışlar, bana hakaret ediyorlar.Sıraya koymuş da olabilirler. Bunu onların yanına komayacağım.”
Olabilir, böyle de düşünebilir insan; düşüncesini bu noktada durdurabilir, “Ben ne yapıyorum da herkes bana hakaret ediyor” sorusunun önüne set de çekebilir.
Şimdi kendisine hakaret edildiği konusunda bu derece duyarlılık gösteren bir kişinin kendisinin başkaları hakkında kullandığı ifadeler hakkında da belirli bir dikkat göstermesi beklenirdi. Ama bakıyorsunuz, böyle bir kaygıdan eser yok. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bilinen deyimle, “açıyor ağzını, yumuyor gözünü”. Şu bildiri imzalayan akademikler hakkında kullandığı kelimeleri ben hayatımda hiç kimse için kullanmadım. Ama tabii sorun sadece bildiri imzalamış öğretim üyeleriyle sınırlı değil. Tayyip Erdoğan’ın şu ya da bu nedenle onaylamadığı bir söz söyleyen ya da bir fiil işleyen herkes payını alıyor, bildiri imzalayan için “tiksiniyorum” diyorsa içki içen de “tıksırıyor”. “Vatan haini”, “alçak” gibi hakaret olup olmadığı tartışılmayacak ağır sözler gırla gidiyor. Bunlar için dava açan da pek az. Bu gidişle “hakaret” kelimesini sözlüklerde yeniden tanımlamak gerekecek: “Tayyip Erdoğan’ın hoşlanmadığı sözlere ‘hakaret’ denir” türünden bir açıklama.
Bu bağlamda insanın aklına Ekvador olayı da geliyor ister istemez. Tayyip Erdoğan’ın korumaları, doğaldır, Tayyip Erdoğan’ın ruh halini de paylaşıyor ve fırsatını bulunca yansıtıyorlar herhalde. Ziyarete gittiği memlekette adam dövdüren Cumhurbaşkanı örneği yalnız Türkiye’nin geçmişinde değil, herhalde dünya tarihinde de görülmedi. Bu da, Tayyip Erdoğan’ın kendisiyle uyuşmayan birinin bu nedenle nasıl cezalandırılmasını istediğinin bir göstergesi.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.