Kobani’de hâlâ çok sayıda sivil var. IŞİD’e karşı savaşan evlatlarını yalnız bırakmak istemeyen, onlara cephe arkasında lojistik destek sağlayan, yemek pişiren, yaralılara pansuman yapan, cepheye mermi taşıyan pek çok aile gönüllü olarak kenti terk etmedi.
Ayrıca eli silah tutan ve savaşan kadın ve erkeklerin hepsi düzenli bir ordu üyesi falan değiller. Yaşları 15’ten başlayan, bir süre önce senin benim gibi sıradan hayatları olan sivil insanlar, üzerlerine bir hücum yeleği geçirince “profesyonel asker” olmadılar. Onlar hâlâ ailelerine kavuşmak için hayatta kalmaya çalışan gencecik sivillerdir.
Türkiye’ye sığınan Kobanili ailelerin de Türkiye’de yaşayan milyonlarca Kürd’ün de, kendisine “insan” diyen milyonlarca Türkiyelinin de geceleri rahat uyku uyuyamaması bundandır.
Bu durum, daha önce IŞİD’in katlettiği binlerce Türkmen, Arap, Ezidi, Hıristiyan’a hissettiğimiz üzüntüden farklı değil elbet. Fakat bir nüans var. Sınırlarımızdan kilometrelerce uzakta gerçekleşen katliamlara müdahil olmanın zorlukları hepimizi çaresiz bir hüzne boğarken Kobani’de olan bitene karşı elimizi uzatabilme imkânına sahibiz.
Çünkü olaylar birkaç kilometre yakınımızda cereyan ediyor.
Peki, “elimizi uzatmak” dediğimiz nedir?
Türkiye’nin, sınırlarından geçen bir koridor açarak Peşmerge’nin Kobani direnişine katılmasına imkân sağlaması mümkün müdür?
Kemal Kılıçdaroğlu’nun son zamanlarda gördüğüm en muhteşem konuşmasında önerdiği üzere “oradaki akrabalarımızın hayatını kurtarıp hemen ardından geri dönmeyi vadeden bir askerî müdahale” yapılabilir mi?
Bütün bu olasılıklar ülkeyi iç savaşın eşiğine getiren sokak çatışmalarını durdurabilir mi?
Ülkenin batısı “askerimize sıkılan kurşunları teröriste biz mi sağlayacağız” kaygılarından nasıl arınacak?
“Önceliğimiz Kobani değil Irak ve petrol kuyularıdır” diyen Batılı “müttefiklerimiz”i “önce Esad konusunda bir anlaşalım” diye ikna etmeye çalışmak, Kobani’de yaklaşan katliam öncesinde ahlaklı bir politika mıdır?
Bilmiyorum...
Ne haritayı karşıma alıp askerî manevralar önerebilecek ne de bu köşeden Koalisyon güçlerini kendi çıkarlarından azade bir fikre ikna edebilecek bir güce sahip değilim.
Bildiğim bir tek şey var.
Yıllardır meydanlardan bağıra çağıra anlatılan ve artık ezberlediğimiz cümleler var.
Hani Suriye Türkiye’nin iç meselesiydi?
Hani Şam ile İstanbul’un, Bağdat ile Diyarbakır’ın manevi birliği tartışılmazdı?
Hani bize sorulmadan Ortadoğu’da yaprak bile kımıldamazdı?
Hani dik duran ama diklenmeyen bir tarzınız vardı?
Hani Batı’nın gözünde güçlü ve sözü geçen bir ülkeydik?
Hani sabrımızı test etmeye kalkanlar büyük bir hata içindeydi?
Hani NATO’nun ikinci en büyük gücüydük?
Hani dünyadaki tüm mazlumların sesi, kimsesizlerin kimsesiydiniz?
Hani kardeşim, hani dünya lideriydin?
Dört parmak kaldırarak meydan meydan dolaşıp zalimlerin kâbusu olduğunu müjdeliyordun hani?
Ülkenin polisi, MİT’i, askeri tam anlamıyla sana biat edince daha güvende olacaktık hani?
Elde edilen bütün gücü kendi vatandaşına dayılanarak kullanmak miadını doldurduysa davranın artık.
Sorun çok net.
Kobani’de bu toprakların akrabası olan binlerce insanı korkunç bir gelecek bekliyor işte.
Kobani’yi kurtarın.
Memlekette birbirini boğazlayacak kadar kızgın hâle gelmiş gençleri kurtarın.
Barış sürecini kurtarın.
Geleceğimizi kurtarın.
Bu ülkenin bütün kurumları, imkânları, enerjisi, kuvveti elinizdedir.
Mademki o kadar güçlü liderseniz bir kez olsun o gücü kendi vatandaşınıza değil insanlığımızı tehdit edenlere karşı kullanın
Davranın...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.