Eğer bu olay bu kadar yakınımızda, bu kadar içimizde yaşanmasaydı biz bu dramdan haberdar olamazdık, manşetlere çıkaramazdık.
Bu ülkede yaşayan birçok insanın başına gelen, kimsenin umursamadığı, tek sütun bir haber bile yapmadığı korkunç olaylardan biri daha olarak karanlığın içinde kaybolurdu.
Televizyonlar Fransa’daki soykırım tasarısının oylanmasını naklen yayınlıyor.
Doğrusunu isterseniz umurumda bile değil.
Fransa, “soykırım değil” demeyi yasaklamış ya da yasaklamamış, bana ne bundan?
Daha da önemlisi, size ne bundan?
Milliyetçiliğin hastalıklı büyüteci önemsiz olanları büyütüp, önemli olanları da saklıyor gözlerden.
Sizin için de, benim için de önemli olan aslında Suna Hanım’ın başına gelenler.
Çünkü hepimizin başına gelebilir.
Hepimiz aldırmazlıkların kurbanı olarak ölebilir ya da öyle ölen bir yakınımıza ağlayabiliriz.
Benim için olay Yıldıray’ın odaya girmesiyle başladı, “Eylem kötü, bir bakabilir misiniz” dedi.
Çıktığımda Eylem ağlıyordu, “Ne oldu kızım” dedim, “Annem fenalaşmış” dedi.
“Neyi var annenin” dedim, “Otobüsten inerken otobüs kapılarını kapayıp hareket etmiş dün, yerlerde sürüklenmiş, bir koluyla bacağı kırılmıştı, şimdi hastaneden aradılar, soluk alması zorlaşmış.”
“Niye gazeteye geldin, niye sabah hiçbir şey söylemedin?”
“Bunca sıkıntının ortasında bir de kendi sıkıntımı anlatmak istemedim” dedi.
Eylem, bizim Ekonomi Servisi’nin şefi, çok sağlam, çok yürekli, lafını sakınmaz, deli dolu bir kız, kendi acılarını saklar, başkalarının acılarını paylaşır.
Bir araba bulup, Fırat’ı yanına katıp gönderdik.
Olanları sonra öğrendim, siz de bugün Tuncer Köseoğlu’nun haberinden okuyacaksınız.
Kızı ve torunuyla birlikte bir yakınlarına “taziyeye” giderken otobüse binmişler, inecekleri durakta torunuyla kızı önce inmiş, Suna Hanım da inerken “acelesi olan” şoför hiç aynadan kontrol etmeden kapıları kapatıp gaza basınca kadıncağız bir ayağı otobüsün kapısına sıkışmış vaziyette yerlerde sürüklenmiş.
Bir koluyla bacağı kırılmış, Ümraniye’de özellikle “trafik kazaları” için yapılmış hastaneye kaldırmışlar.
Önce mesele sadece bir kırık bacakla bir kırık kol gibi gözüküyormuş ama akşamüstüne doğru fenalaşmış.
Hastaneden Eylem’e haber verip çağırmışlar.
Eylem gittikten biraz sonra Yasemin geldi odama, “Eylem aradı, annesini karşı tarafta yoğun bakım ünitesi ve solunum cihazı olan bir hastaneye götürmeleri gerekiyor, öyle bir hastane bulabilir miyiz?”
Bir hastane bulabilir miyiz hemen diye eşi dostu aramaya başladık.
Başar’a da haber verdim, “Sen de baksana bir hastane bulabilir miyiz” dedim, “Hemen bakıyorum” dedi.
Biz hastane ararken Eylem’in bir hastane bulduğu, annesini ambulansla o hastaneye götürmek için yola çıktığı haberi geldi.
Tam biraz rahatlamıştık ki inanılması zor bir haber daha geldi, ambulansın iki lastiği birden patlamış, o sırada Suna Hanım’ın kalbi durmuş, kalp masajıyla yeniden çalıştırmışlar ama acilen bir yeni ambulans gerekiyormuş.
Hemen bir ambulans bulup gönderdik.
Suna Hanım’ı yeni hastaneye taşıdılar.
Eylem’e destek olmak için Mehtap da hastaneye gitti hemen.
İyi bir haber alacağız diye ümitle beklemeye başladık.
Sabah Oktay’ın mesajını aldım.
“Eylem’in annesini kaybettik.”
Biz burada bir aile gibiyiz, birimiz yakınını kaybettiğinde hepimiz yakınımızı kaybetmiş gibi hissederiz, şu anda da gazetede çok kederli bir hava var zaten, bir yas havası.
Ayrıca da acıdan dolayı çok dışa vurulmayan bir öfke.
Aceleci ve dikkatsiz bir şoför, içinde bir solunum cihazı bile bulunamayan koskocaman bir “trafik hastanesi”, solunum cihazı olan bir hastaneye hastayı taşımak için yola çıkan ambulansın önüne bakmayıp iki lastiğini birden patlatması, ağır durumdaki bir hastanın solunum cihazı için yerinden kaldırılıp bir başka hastaneye gitmesi sırasında bir de yeni ambulansı beklemesi...
Ve sonunda ölüm.
Suna Hanım’ın ölmemesi, daha uzun yıllar yaşaması mümkündü, böyle bir ülkede yaşadığı için hayatını kaybetti.
Biz yakınımızda yaşandığı için bir insanın hayatına mal olan bütün bu rezalete tanık olduk, eminim bizim haberdar olmadığımız böyle nice olay yaşanıyor bu ülkede.
İnsanları ölümden kurtaramadıktan sonra politikanın ne önemi var, gazeteciliğin ne önemi var?
Suna Hanım’ı kaybettik.
Eylem ağlıyor.
Arkadaşları kederli.
Fransa’da soykırım yasası görüşülüyormuş.
Bana ne bundan?
Size ne?
Fransa’daki bir yasa, Suna Hanım’dan, milyonlarca Suna Hanımlardan daha mı önemli?
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.