Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, Kürdlerin ulusal istemleri, bu doğrultuda geliştirdikleri mücadeleler her zaman, Irak’ın güvenliği sorununu, bu sorun çevresinde gelişen endişeleri gündeme getirmektedir. Bu istemler, bu mücadeleler, sadece Irak’ın ulusal güvenliğini değil, İran’ın, Türkiye’nin, Suriye’nin güvenliği sorunlarını da, bu sorunlar çevresinde gelişen endişeleri de gündeme getirmektedir.
Kürdlerin, Kürdistan’ın herhangi bir parçasında ulusal talepler ortaya koyması, bu doğrultuda bir örgütlenme ve mücadele geliştireceğini açıklaması, her zaman, bu devletlerin ulusal güvenlik sorunlarını, ulusal güvenlik endişelerini ortaya çıkarmaktadır. Kürdlerin bu tür çabalarını, sadece, Irak, İran, Türkiye, Suriye gibi devletler değil, Birleşmiş Miletler, Avrupa Konseyi, İslam Konferansı, Arap Birliği gibi uluslararası kurumlar ve ABD, Sovyetler Birliği/Rusya Federasyonu, İngiltere, Fransa, Almanya gibi devletler de aynı şekilde değerlendirir. Uluslararası kurumlar ve bu devletler de, soruna, Irak’ın, Suriye’nin, İran’ın, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından bakarlar.
Kürdistan’ın herhangi bir parçasında Kürdler’ın ulusal çabaları bu uluslararası kurumlarda ve devletlerde, Irak’ın güvenliği nasıl sağlanacak, Türkiye’nin güvenliğini bu çabalar nasıl etkileyecek, bu çabalar nasıl sınırlandırılacak… gibi endişeleri ortaya çıkarır.
Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler, böyle ilişkiler yaratmıştır. Halbuki, ulusal güvenliğe, esas ihtiyacı olan Kürdlerdir. Uluslararası kurumlar ve bu devletlerin ulusal politikaları Kürdlerin ulusal güvenliği konusunda büyük tehdit oluşturmaktadır. Bu tehditler kalıcıdır, devamlıdır. Soykırıma varan operasyonlarla sık sık yaşanmaktadır. Irak’ın ulusal güvenliğine, İran’ın ulusal güvenliğine, Suriye’nin ulusal güvenliğine, Türkiye’nin ulusal güvenliğine vurgu yapılırken, Kürdlerin ulusal güvenliğine hiç dikkat çekilmemektedir. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması, statüsüz bırakılması, böyle bir sonuç doğurmuştur. Kürdler, istek ve iradesi olmayan bir şey gibi, adeta bir sürü değerlendirilmektedir.
Londra Queen Mary Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Derya Bayır’ın, Türk Hukukunda Azınlıklar ve Milliyetçilik (Çev. Ülkü Sağır, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, Mart 2017) başlıklı bir çalışması var. Bu çalışmada, Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi gibi uluslar arası kurumların, konuyla ilgili bütün belgeleri değerlendiriliyor. Bu belgeler, hep devletlerin ulusal güvenliğini öne koyan hükümler taşıyor. Bu belgelerde yer alan evrensel değerler ise, ‘ama … devletlerin toprak bütünlüğünü korumak esastır…’ denerek hükümsüz bırakılıyor. Veya devletler ulusal parlamentolarında, bu belgeleri bazı çekincelerle kabul ediyorlar. Bu devletlere karşı gelişen ulusal hareketler, her zaman, devletlerin toprak bütünlüğünü koruma adı altında, hep bastırılması gereken hareketler olarak değerlendiriliyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun, 14 Aralık 1960 tarihli ve 1514 sayılı, ‘Sömürge Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Tanıma Bildirgesi’nin Kürdler ve Kürdistan açısından değerlendirilmesi, bu konulardaki bilgimizi çok zenginleştirmektedir.
Bu belgelerde, Kürdleri, Kürdistan’ı koruyacak hükümler bulmak çok zordur. Bu bakımdan sorunları her şeyden önce, toplumsal açıdan değerlendirmek, bu belgelerdeki ilgili hükümleri bu açıdan yeniden yazmak önemli olmalıdır.
Bu arada, Birleşmiş Milletler’in, ‘İkiz Sözleşmeler’ denen iki belgesine de işaret etmekte yarar vardır. Bunlar, BM Genel Kurulu’nda 16.12 1966 da kabul edilen iki sözleşmedir. İkiz Sözleşmeler, ‘Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ ve ‘Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ olarak bilinir. Bu sözleşmeler 3.1.1976 ve 23.3.1976 tarihlerine yürürlüğe girmiştir. Türkiye İkiz Sözleşmeleri, BM’ce kabul edilmesinde 37 yıl sonra, 4.6.2003 tarihinde 4867 ve 4868 sayılı yasalarla, bazı çekincelerle onaylamıştır. Her iki sözleşmenin birinci maddeleri şöyledir: Tüm halkların kendi geleceklerini belirleme hakları vardır. Bu haktan ötürü, siyasal statülerini özgürce saptayarak ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelerini özgürce gözetebilirler. Türkiye’nin çekince koyduğu maddeler arasında bu madde yoktur. 2003 koşullarının dikkate alınması, AB-Türkiye ilişkilerinin değerlendirilmesi, katılım ortaklığı, AB fonlarından yararlanmak isteği gibi konular önemlidir… Bu durumun, yukarıdaki değerlendirmelere aykırı bir gelişme olduğu açıktır.
Bütün bunları kim anlatacaktır? Son yıllarda, gerek Türkiye’de, gerek dış basında, Kürd/Kürdistan sorunları yoğun olarak gündeme getirilmekte ve tartışılmaktadır. Ama bu tartışmalar, hep, devletlerin ulusal güvenliği odak noktasında gündeme getirilmektedir. Kürdlerin, Kürdistan’ın ulusal güvenliğini merkeze koyan tartışmalar yok gibidir. Örneğin, Türkiye’de, gerek sol basında, gerek sağ basında, gerek liberal basında tartışmalarda, hep devletin ulusal güvenlik hassasiyetlerine vurgu yapılmaktadır. 2013-2015 arasındaki çözüm sürecinde de hep bu hassasiyetlere, bunların korunmasına dikkat çekilmiştir.
Kürdlerin ulusal güvenliğini gündeme getirecek olanlar, buna vurgu yapacak olanlar, elbette Kürdlerdir. Başbakan Nêçîrvan Barzanî’nin, ‘Irak bizi koruyamadı, korumadı…’ şeklindeki değerlendirmesi, Başkan Mesut Barzanî’nin, ‘Irak’ta Kürd-Arap birliğinden bize hep soykırım düştü…’ vurgulaması çok yerindedir. Kürd diplomasisi gerek uluslararası kurumlarla, gerek devletlerle yaptıkları ikili görüşmelerde, her zaman, bu devletlerin ulusal güvenliği yanında, Kürdlerin, Kürdistan’ın ulusal güvenliğini de ortaya koymalıdır.
Katalanlar, İskoçlar, Filistinli Araplar
İspanya’da Katalanlar’ Basklar, Kürdler kadar baskı-zulüm görmemişledir. Soykırım, katliam yaşamamışladır. Kendi bölgelerinde, kendi kendilerini yönetme, anaokulundan üniversiteye kadar, kendi dillerinde eğitim görme hakkına sahiptirler. Bu haklar ve özgürlükler fiili olarak da yaşanmaktadır. Ama Katalanlar, bağımsızlık konusunda ısrarlıdırlar. Bu her şeyden önce, ulusal güvenlikle ilgilidir, dünya uluslar ailesine katılma, dünya uluslar ailesinin eşit bir üyesi olma isteğiyle ilgilidir. Birleşik Krallık’ta, İskoçya’nın, bağımsızlık konusundaki ısrarında da bunlar söylenebilir. Bu sorunlar karşısında, ulusal güvenlikleri devamlı olarak tehdit altında olan Kürdlerin bu tehditlere karşı bağımsızlık düşünmeleri çok normaldir.
Filistinli Araplar için de durum aynıdır. Filistinlilerin, İsrail’den baskı-zulüm gördükleri açıktır. Ama bu baskı, zulüm hiçbir zaman Kürdlerin gördükleri kadar değildir. Örneğin bir soykırımdan söz edilemez. 1948’den yani, İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesinden sonra gelişen Arap-İsrail savaşlarında, 1948, 1956, 1967, 1973, 1982 savaşlarında yaşamlarını yitiren Arapların, Müslümanların sayısı, Müslümanların kendi aralarında gerçekleştirdikleri savaşlarda yaşanan kayıplardan çok çok azdır. Bütün bu savaşlarda yaşamlarını yitiren Arapların, Müslümanların sayısı 40 bin- 50 bin civarındadır. Sadece 1980-1988 İran-Irak savaşlarında ise, her iki taraftan bir milyonu aşkın kayıp vardır. Saddam Hüseyin yönetiminin, Kürdlere karşı gerçekleştirdiği Enfal saldırılarında 200 binin üzerinde Kürd katliamlarla zehirli gazlarla yok edilmiştir. 2003’den sonra, Şii ve Sünni Müslümanların, bedenlerine bomba bağlamış militanların, Bağdat ve Kerbela gibi yerlerde, birbirlerinin camilerine girip ibadet eden insanlar arasında kendilerini patlatmaları sonunda, yaşamlarının yitirenlerin sayısı binlercedir.
Filistinli Araplar da bağımsızlık istemektedir. Bu istem, Arap devletleri, İslam devletleri, dünyanın çok büyük bir kısmı tarafından desteklenmektedir. Bu ilişkiler ağında, Kürdlerin bağımsızlık çabaları elbette çok yerinde bir süreçtir. Kürd diplomasisinin, Kürdlerin, Kürdistan’ın ulusal güvenliğine vurgu yapmaları kaçınılmaz olmalıdır.
Bu yazı zazaki.net sitesinden alıntılanmıştır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.