Akil insanlar heyeti oluştuğunda hemen herkes Güneydoğu grubuna gıpta etmişti. Öcalan’ın liderliğinin tüm Kürt siyasi aktörleri tarafından tescil edilmesiyle birlikte bölgede barış sürecine olan desteğin hızla yükseldiği belliydi.
Nitekim yapılan saha çalışmaları en yüksek desteğin Güneydoğu’da olduğunu ortaya koymaktaydı. Bu durum Kürtlerin tümüyle söz konusu ‘barış yol haritası’ üzerinde hemfikir olduklarını, hele ikna olduklarını göstermese de, bu noktada ‘önderliğin’ vizyonuna tabi kalınacağı açıktı. Bölgede PKK’lı olmayanlar ise silahtan ve şiddetten uzun yıllar çekmiş olmaları nedeniyle büyük bir barış hasreti içindeydiler. Bugün bakıldığında kuşkuların, kaygıların, cevapsız soruların varlığından duyulan rahatsızlıkların, en önemlisi belirsizliklere alışık olunmamasının, her kimlikte ve ideolojideki kişide tedirginlik yarattığı açıkça görülüyor. Yine de Güneydoğu diğer yörelere nazaran kaçınılmaz olarak daha olgunlaşmış durumda, çünkü sorunu bizzat yaşamış, acısını iliklerinde hissetmiş, bedelini de ödemiş bir yer.
Bu durum ‘akil insanlar’ projesi bağlamında Güneydoğu’yu doğal olarak daha kolay bir bölge kılıyor. En azından size sokakta saldıran, abuk sabuk laflar eden veya toplantıları bloke etmeye heveslenen çok fazla insan olmuyor. Gerçi bu tür olaylar hiç olmadı değil, ama genel kitlenin mukayesesiz sağduyusunu gördükten sonra, bu ufak müdahalelerin de herhangi bir anlamı kalmıyor ve garip bir şekilde barışa daha da inanır hale geliyorsunuz. Çünkü bugün en azından Güneydoğu’da barışa destek verenlerle vermeyen azınlık arasında sadece niceliksel değil, apaçık bir nitelik ve kalite farkı var.
Güneydoğu’daki olgunluk halinin temel nedeni muhakkak ki geçmiş yaşanmışlıklar. Ama olay bununla sınırlı değil. Hatta bugünün tartışmalarının geçmişten çok gelecekle ilgili olduğunu söylemek mümkün… Zaten geçmişle ilgili bir fikir ve görüş ayrılığı da pek yok. Hangi kesimden veya kimlikten gelirse gelsin, herkes devletin neler yaptığının ve Kürt siyasetinin tepkisinin nelere mal olduğunun farkında. Dolayısıyla herkesin diline yansıyan olgun değerlendirmelerin, anlayışlı ve incelikli mesajların zemini geçmiş değil, onun ötesi, yani geleceğin neler ifade ettiği. Bu noktada Doğu’nun belirli illeri ve Güneydoğu’nun tümü ile ülkenin geri kalanı arasında bariz ve doğal bir algılama farkı olduğunun altını çizmek lazım. Bunun nedeni Doğu ve Güneydoğu’da barışın gündelik hayatı radikal bir biçimde değiştirecek olması. Bu bölgede tamamen yeni bir yaşama biçimi doğacak ve kamusal alanın kuralları da yeniden şekillenecek. Kritik kavram ise ‘birliktelik’ olacak. Çünkü farklılıklar fazlasıyla yaşanmış ve herkes kendi farklılığını aradığı için de sivil alan neredeyse tümüyle bölünerek aktörleşmiş. Savaş hali herkesin kabuğuna çekilmesini, yeraltına inmesini, kendisini korumaya almasını ima etmiş. Oysa şimdi tam tersine bir süreç var ve herkes o sürecin taşıyıcı aktörü, paydaşı olmak istiyor. Bu ise bütünleyici, kuşatıcı ve kucaklayıcı bir dili, söylemi, tutumu ve yaklaşımı teşvik ediyor.
Buna karşılık ‘Batı’da neredeyse tam aksine bir durum söz konusu. Her şeyden önce barış ve hatta Kürt meselesinin çözümü bile ordaki gündelik hayatı değiştirmeyecek. Hayat o insanların bildiği anlamda devam edecek. Barışın yaratacağı ortam Batı’yı ancak dolaylı olarak, göçün tersine dönmesiyle, iç turizmin rahatlamasıyla etkileyecek. Onun dışında ‘barış’ Batı için hayati değil, olsa olsa ideolojik bir mesele.
Bu farklılık bölge ile ülkenin geri kalanı arasında bir diğer farklılığa neden oluyor: Batı’da konunun ideolojik algılanması, barışın bir kimlik kaybı olarak görülmesine yol açabiliyor. Bu ise esas olarak psikolojik bir direncin oluşmasıyla sonuçlanıyor. Batı’nın siyasi dili aslında neredeyse tamamen bu psikolojinin esiri olmuş durumda ve nitekim Batı’daki siyasi zafiyetin temeli de belki burada aranmalı. Oysa Güneydoğu’da ve Doğu’nun bazı illerinde ‘barış’ her yönüyle bir siyasi mesele ve durum. Kimliksel kazanç veya kaybın çok ötesinde yeni bir varoluş biçimi. Dolayısıyla da düzenlenmesi gereken ve ancak siyasi bir bağlama oturtularak anlaşılabilen bir ilişkiler ve mesafeler denklemini tarif ediyor. Bu nedenle Güneydoğu’da psikolojik itirazların ve söylemlerin bile ardında hayatı doğrudan ilgilendiren bir siyasallaşma ve oradan neşet eden bir talep bulunuyor. Söz konusu siyasallaşmanın ötekinin farkında olmamayı mümkün kılmayan bir yaşanmışlığa dayanması ise sözünü ettiğim ‘olgunlaşmayı’ üretiyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.