Kürt meselesinin çözümü Kürtlere haklarının verilmesinden ibaret değil. Türklere verilmiş olan çeşitli görünür veya gizli, maddi veya manevi imtiyazların da bitmesi demek.
‘Barış’ da çözümün ima ettiği birlikte yaşama ortamının üretilmesinden ibaret değil. Barışı rencide edebilecek her türlü teşebbüsün, hatta dürtünün gayri meşru kılınması demek... Dolayısıyla barış bir anda elde edilebilecek bir durumdan ziyade bir inşa süreci. Bugünün sorunlarını çözmeyi hedefleyen, ama bunu ancak yarını kurarak yapabilecek bir birliktelik tasavvuru.
Kürt meselesinin bir sonuç olduğu düşünülürse, asıl meselenin sorunu yaratan unsurun ortadan kaldırılması olduğu açık. Bu ise rejimin değişmesini, toplumu tanımaya ve onu yansıtmaya şartlanmış bir devletin oluşmasını, kısacası radikal bir ‘devrimi’ ifade ediyor. Söz konusu devrim AKP iktidarlarıyla birlikte hayata geçmeye başladı ve hükümet dahil bütün aktörleri kuşatan her türlü aksaklığa, eksikliğe, beceriksizliğe ve çiğliğe rağmen devam ediyor. İktidarın İslami karakteri ve çoğunluğa dayanması yaşanan devrimin zamana yayılmasını ve ‘sessizleşmesini’ sağlıyor. Ama riskleri ortadan kaldırmıyor... Bugün barış sürecini durduran bedelini öder, ancak AKP için bu bedel çok daha büyük, çünkü iktidarın kaybını, hatta siyasetin dışına itilmeyi ifade edebilir. O nedenle bazılarının hoşuna gitmese de şu gerçeği görmekte yarar var: Kürt meselesinde ve Türkiye’nin bütünleşmesi bahsinde barışı AKP getiriyor, çünkü asıl riski de o alıyor. Diğer taraftan barışı engelleme yeteneği açısından da iktidar PKK’dan daha önemli bir unsur. Basitçe söylersek PKK ne yaparsa yapsın AKP istediği sürece barışa doğru gidilecektir. Ama PKK ne yaparsa yapsın AKP’ye rağmen barışı sağlayamaz. İktidarın önündeki toplumla doğrudan temas kurma ve inşa etme olanakları, onu barış açısından hem daha öncelikli, hem de daha kırılgan bir aktör kılıyor.
Bu durum AKP’nin tarihsel misyonuna gönderme yapan önemli bir kırılmanın eşiğinde olduğumuzu söylüyor. İktidarın bu süreçte en büyük hatası kendi ideal Kürt’ünü yaratarak barış tahayyülünü onun üzerinden kurgulaması olur. AKP’nin önünde giderek çeşitlenen, özgürleşen ve bir yandan siyasi açıdan kimlikleşirken, aynı zamanda sosyolojik olarak melezleşen bir Kürt toplumu var. Eğer gelecekse barış üç ayak üzerine oturacak... Birincisi bu toplumu bütün özellikleri ve muhtemel aykırılıklarıyla kucaklamak ve onu Türkiye’nin geri kalanının ‘içinden’ okumaktır. Buna son dönemde ‘helalleşme’ deniyor... İkincisi, özgürce siyaset yapılabilmesinin önünü açmak üzere bizzat siyasetin özgürleştirilmesidir. Diğer bir deyişle AKP bir bütün olarak siyaseti rejim karşısında ne denli özgür kılarsa, Kürt siyaseti de o denli normalleşme imkanı bulur. Aynı şekilde Kürt dünyasında siyasetin özgürleşmesi de bir bütün olarak siyasetin dönüşmesini zorlayacaktır. Nihayet üçüncü olarak bu total değişimin hukuksal bir altyapıya oturtulması, kendisini anayasada bulması gerekir.
Üç ayaklı bu stratejik hamlenin çevresinde ise, hiç de yabana atılamayacak, göz ardı edilmesinin maliyeti yüksek ‘ödevler’ var. Bunların en kritik olanı, Alevilerin taleplerinin bir an önce karşılanması ve bu utanç durumunun ortadan kaldırılması. Alevilerin ürkekliklerinin öfkeye, yaşadıkları sıkışmışlığın radikalleşen tespitlere ve olumsuz beklentilere dönüşmesi engellenmediği takdirde, Ortadoğu’daki gelişmelerle birlikte Türkiye’nin barışı da giderek uzaklaşan bir hayal haline gelebilir. Barışın bu kadar konuşulduktan ve beklendikten sonra gerçekleşmemesi halinde toplumsal maliyeti de yüksek olacaktır. Kürt siyasetinin ideolojik zemininin bir rant kapısı haline gelmesinden, hukuk alanının iktidar üretme gücü sayesinde yozlaşmayı beslemesine kadar bir dizi yıpranma, toplum genelindeki hayal kırıklığı ile birleşerek ülkenin olumlu enerjisini tüketebilir.
Barış çok uzun süre ötekine verilen bir taviz gibi görülebildi... Savaş halinin ‘normal’ algılandığını gösteren bu yaklaşım hastalanmış bir topluma işaret eder. Barışa giden yol ille de geçmişle yüzleşme gerektirmeyebilir, ama kendi hastalanmışlığıyla yüzleşmeyen hiçbir toplumun barış üretmesi mümkün olamaz. Türkiye’deki barış ise kaçınılmaz olarak rejimin hastalığını gündeme taşıyor ve o nedenle bu cumhuriyetin şu an yaşamakta olan vatandaşlarca yeniden ‘kurulmasını’ gerektiriyor. Çünkü eskisi birçok açıdan sadece bir yanılsamaydı... Güneydoğu notlarını bölgeden bir vatandaşın sözleriyle bitirelim: “Meğer yerde sürünen bir bireyden ayakta duran bir devlet çıkmıyormuş...”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.