Türkiye bir devrim yaşıyor… Seçimler yoluyla hayata geçtiği ve alışageldiğimiz ‘demokrasinin' usullerini devam ettirdiği için, bizler bunun bir devrim olduğunu idrak etmekte zorlanabiliriz.
Ama önümüzdeki seçim döneminden sonra ortaya çıkacak olan Türkiye, bu konuda kimsede kuşku bırakmayacak bir yola girmiş olacak. Devrimin zamana yayılabilmesinin iki nedeninden biri bu sürecin devletin içyapısını tahrip etmeden yapılabilir olması. AKP seçim başarıları Ergenekon ve Balyoz davaları ile çakışınca, hükümetin devleti elinden kaçırmadan yeniden biçimlendirmesi fırsatı yakalandı. Henüz bu yolun başlarındayız… Ama önemli olan gidilecek mesafenin uzunluğu değil, bir geri dönüşün mümkün olup olmaması. Son on yılda yaşananların kritik önemi burada, çünkü küresel dünyanın koşulları ile bir arada ele alındığında, askerî vesayetten yeni çıkılmış olmasına karşın ne bu halkın artık aynı vesayeti kabul etmesi, ne de askeriyenin bu maceranın maliyetini yüklenmesi söz konusu. Devrimin zamana yayılabilmesinin ikinci nedeni ise bu değişimi gerçekleştirenlerin İslami kesimden gelmeleri… Zor kullanmayı onaylamayan, devleti koruma konusunda hassas olan, sabırla şartların kendi lehlerine dönmesini bekleyen ve itikat olarak bundan neredeyse emin olan bir bakış açısından söz ediyoruz. Dolayısıyla devleti geri dönüşü mümkün olmayan bir biçimde dönüştürürken, bunu aynı zamanda devlete sahip çıkarak, devletin değişimini içerden zorlayarak ve nihayet bu süreci halkın devlet etrafında yeni bir kenetlenmesi olarak tasavvur ederek gerçekleştiren bir siyasi arayıştan bahsediyoruz…
AKP özelinde somutlaşan bu arayış, bir tür ‘süreklilik içinde devrimsel dönüşüm' siyaseti üretti. Ama söz konusu devrimin esas itici gücü tabandan gelmekte ve bugün tepedeki değişimin de beslediği bir ‘taban enerjisi' ile karşı karşıyayız. Türkiye toplumu bir zihniyet depremi yaşıyor ve bunun özellikle yerel siyasete yansıması önümüzdeki dönemin en önemli itici ve belirleyici unsuru olacak. Yaşanmakta olan deprem var olan yapıları sarsacak ve belki de yıkacak… Türkiye'nin ‘olağanüstü demokrasisinin' ürettiği kısıtlanmış ve baskı altına alınmış koşullarında siyaset yapan, kamusal alanı belirleyen aktörleri çetrefil bir uyum sürecine zorlanacaklar. Bu sarsılmanın bir ucu CHP'ye, diğer ucu ise her bölgedeki yerel hegemonik siyasetlere, örneğin PKK'ya uzanacak. Özellikle seçimler ve anayasa tartışmaları bu tür aktörlerin ‘yeni dünyaya' ne denli adapte olabileceklerini ortaya koyacak. Bunda başarılı olanlar geleceğin siyasetinde de söz sahibi olacaklar, ama kendi alanlarında tekil konumlarını korumaları mümkün olmayacak. Çünkü yaşanan depremin asıl etkisi, bugüne dek yeraltına inmiş, kendini gizlemek zorunda kalmış, sesini kısmış olanların şimdi ve bir anda toprağın üzerine çıkmaları. Şaşırtıcı olan ise bu yeni gelenlerin şu anki demokrasiye geçiş sürecine çok daha hazır olmaları ve ülkenin siyasi zihniyetinin çok ötesinde bir tutarlılık ve derinlikle pozisyon üretmeleri. Bunun anlamı, var olan kısır siyasi dile kıyasla, çok daha geniş bir toplumsal ufuk tasavvurunun tabanda yeşermekte olmasıdır.
Türkiye'nin batı kesimi muhtemelen bu dinamiğin farkında değil. Vesayetçi dönemin dili ve tahayyülleri ile belirlenen bir siyasi vizyonun oralarda aşılması pek kolay olmayacak belki de… O durumda Türkiye'nin doğusundan yükselen yeni normlar ve ilkesel tercihler, batıda bir tehdit olarak da görülebilir ve toplumsal kırılmayı derinleştirebilir. Ne var ki bugünü taşıyan zihniyet ve siyasetler er veya geç düne saplanıp kalmış olanların üzerinden aşıp yoluna devam ederler. Bazen bir miktar yara alarak, bazen sertleşerek, bazen de tam aksine ötekileri kucaklayarak. Bunu yaşayıp göreceğiz… Ama Güneydoğu'ya içerden baktığınız zaman göz ardı edemeyeceğiniz şey, söz konusu depremin nasıl inatla kendisini zorladığı ve nasıl bir iyimserlik ve umut aşıladığı olacaktır. İlginç olan, bir savaş ve çatışma döneminin ardından gelen söz konusu enerjinin, hem yeni çatışmalardan kaçmama iradesini ortaya koyması, hem de yeni çatışmaları engelleme hassasiyetini özellikle vurgulamasıdır.
Türkiye'nin ‘millet' olmayı fazla istemekten ötürü toplum olamadığını birkaç kez yazmıştım… Bugün Güneydoğu'da karşıma çıkan, toplum olmayı isteyen ve her türlü zorlama ‘milleti' anlamsızlaştıran bir kaotik yapı. Kimliklerine sahip çıkan, ama farklı kimlikleri de sahiplenerek ‘kendisi' olmayı hayal eden bir Güneydoğu… Türkiye'ye demokrasi Güneydoğu'dan geliyor ve bu enerji Kürt meselesini fazlasıyla aşıyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.