Kürt meselesinin çözüm sürecinde İrlanda ve Güney Afrika örnekleri, doğal olarak bir kez daha gündeme geldi. Doğrusu, ben bu klasikleşmiş örneklerin yanı sıra, farklı örnekleri de göz ününde bulundurmaktan yanayım. Nitekim, bu meyanda bir süre önce Filipinler’de Moro İslami Özgürlük Hareketi ile hayli ilerlemiş müzakerelerden söz etmiştim. Ancak, belki ucunda ‘özerklik’ olduğu için, belki Türkiye’nin bu müzekere sürecinde uluslararası arabuluculardan biri olması gündeme getirilmek istenmediği için ve nihayet işin ucunda İslamcı bir hareket olduğu için kimse bu örneği görmek istemedi. Diğer taraftan, başarı ile sonuçlanmış örnekleri öncelemek anlaşılır bir şey, ancak bu örneklerin bugün geldiği noktayı ihmal edersek, Kürtler ile barış sürecini kendinden öncekilerin ilerisine taşıma imkanımız olmaz.
Güney Afrika örneği, aslında sıklıkla takdim edildiğinin aksine, bugün gelinen nokta itibarıyla oldukça sorunlu bir örnek. Irkçı beyaz azınlık rejiminin yıkılması ve bu mücadeleyi veren siyahlarla el sıkışmak zorunda kalması açısından çok heyecan vericiydi. Ama ırkçı rejimin yerine inşa edilen siyaset maalesef fazlasıyla hayal kırıcı oldu. Zamanla görüldü ki, beyazların yıkılan iktidarının yerini siyah bir iktidarın alması siyahlara moral ve güven vermenin ötesine geçemedi, eski yapı büyük ölçüde devam etti. Bugün Güney Afrika, gelir dağılımı, işsizlik, suç oranları açısından dünyanın en sorunlu ülkelerinden biri. İktidar değişimi, iktidarı ele geçiren bir avuç siyahı zenginleştirip, güçlendirdi, ama yoksul kitlelelerin hayatını büyük oranda değiştirmedi. Siyahları güçlendirmek için oluşturulan kurumlar hızla yeni iktidar yapısının araçları haline geldiler. Örneğin, Siyahları Ekonomik Güçlendirme proğramı (Black Economic Empowerment-BEE) fonlarının çoğu bir avuç siyah işadamına gitti. Geçtiğimiz yaz sonunda (16 Ağustos 2012) güvenlik güçlerinin, Marikina platin madenlerinde çalışan işçilerin grev ve gösterileri esnasında ateş açması sonucu 44 kişi yaşamını yitirmesi ANC rejiminin yaşadığı krizin doruk noktası oldu. Bu olaydan sonra ırkçı rejimden sonra neyin değiştiği sorusu daha fazla yükselir oldu. O kadar ki, Economist dergisinin 20 Ekim 2012 tarihli sayısı, ‘Güney Afrika’nın Üzücü Düşüşü’ kapak manşeti ile çıktı (‘Cry, the beloved country- South Africa’s sad decline’).
Diğer taraftan, son iki yıldır ANC iktidarı, muhalefeti bastırmak üzere basın özgürlüğü konusunda iyice baskıcı bir siyaset izlemeye başladı. Irkçı dönemi en iyi anlatan yazarlardan ünlü romacı Nadine Gordimer, bu yeni dönemi ‘post-demokratik Güney Afrika’ diye adlandırıyor ve ANC’nin ülkeyi ırkçı dönemin baskıcı ortamına geri döndürmekle suçluyor (‘South Africa: The New Threat to Freedom’, The New York Review, 24 Mayıs 2012).*
Tüm bunları hatırlatmak istememin başlıca iki nedeni var. Birincisi, her çatışma sürecinin benzerlikler yanı sıra, birbirinden çok farklı deneyimler olduğu ve bu deneyimlerin klasikleştirilmemesi gerektiği. Güney Afrika örneği söz konusu olduğunda, herşeyden önce bu ülkede özgürlük mücadelesi verenler nüfusça çoğunluktaydı ve barış sonrası düzenlemeler bu gerçek üzerine kurgulandı. İkincisi, çözüm süreçlerinin benzer sorunlar için esin kaynağı olabilmesi için, başarıları kadar başarısızlıklarını da göz önünde bulundurmak gerektiği gerçeği. Zira, bu deneyimlerin başarısızlıkları, daha sonraki deneyimler için, bunları aşmak açısından önemli ipuçları taşıyabilir. Güney Afrika örneğinde, ırkçı rejim sonrası siyasal kurgu beyazlar ve siyahların kağıt üzerinde eşitlenmesi, bir adım sonrasında ise hakkaniyet adına beyazlara karşı siyahların öncelenmesi ile sınırlı kaldı, o nedenle iktidarın siyahlara devri, ırkçılığın gölgelediği diğer sorunlu alanları gölgede bıraktı. Nihayetinde, yeni siyah rejim eski ırkçı rejimin hayaletine rehin düştü.
Hiçbir şey, Kürtler ile barış sürecinin geldiği noktanın çok umut verici bir aşama olduğu gerçeğini gölgelememeli. Ancak, bu sürecin kırılganlığına halel getirmemek için ‘tıp’ oyunu oynamak, en başta çözüm sürecine zarar verir diye düşünüyorum. ‘Kürt özgürlük hareketi’, Kürtler ile Türklerin el sıkışmasının ötesinde, özgür ve eşit bir toplum ufku olan bir siyasal hareket olarak gelişti. Müzakere sürecinin sağlıklı yürüyebilmesi için, hususun bir an bile göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Barışma süreçleri, gönüllü ve zorunlu uzlaşma ve ittifak süreçleridir, bu noktayı göz ardı eden barış imkanını yitirir. Ancak, bir hareket büyüdüğü yerden uzaklaşırsa mümkün olan barış, sahici bir çözüm olmaktan uzak bir yere düşer.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.