Bu köşede Kürt hareketinin kendi içindeki çelişkilere dönük nasıl bir tutum takındığımı izleyenler bilir. Değil sadece bu köşede, yaşamımın hiçbir anında ateşe benzinle gitmedim. Daha da ötesi eski sayfaları aralayıp geçmişe dönüp olumsuz okumalar da yapmadım.
Hazreti İsa’nın günah işleyen kadının cezalandırılması ile ilgili anlatısını bilirsiniz.
Dönemin şeriatına göre kadının cezalandırılması lazım. Ancak kadın da çocuklarının açlığı nedeniyle “günah” işlemeye mecbur kalmış.
İsa peygamberdir ve kadının cezasız kalmasının şeriat kurallarına/hukukuna uygun olmayacağını bilir ama kadının “zorunlu günahkar” olduğunu da anlar.
Recme karar verir; ancak verdiği kararın akabinde ilk sözü de önemlidir: “Günahsız olan ilk taşı atsın!”
Kadın recmden kurtulur…
Çoğu kez Kürt hareketinin geçmişini irdelerken bu anlatı aklıma gelir ve “Hangimiz günahsızız ki” diye düşünmekten alamam kendimi.
Hiçbir günahımızı bu satırlarda isim vererek, kurum belirterek açmaya niyetli değilim.
Elbet ismen belirtmesem bile Kürt hareketini yakından izleyenler geçmişimizde yaşananları da, müsebbiplerini de bilirler…
Yine de “Şu bunu yaptı, bu bunu söyledi, falan yapı filan yılda şöyle davrandı…” demeye niyetim yok…
Bunların yanlış olduğuna inandığımdan değil… Tam aksine, önemli bir çoğunluğunun doğru olduğuna inandığımdan bunu yapmıyorum…
En acı doğrumuz da şu; Kürt halkının evlatları egemenlerle mücadelede verdikleri can kadar kendi içlerindeki mücadelede de can verdiler…
Ne garip, ne hüzünlü öykülerdir onlar… Kendi kanından olanla dağda çatışırken sağ ele geçip seks kölesi olmamak için kendini uçurumlardan aşağı atan kadın gerillalarımız da var; dört bir etrafı kuşatılmış Güney Kürdistan’a belki de çocukların beslenebileceği tek yiyecek olan bir kamyon patatesi götürürken arabası yakılan, hatta öldürülen şoförlerimiz de var.
Hiç kimse yalan demesin…
Dağda kendi ırkından insanla çatışırken esir alınıp eve kapatılan, seks kölesi yapılan kadın da gördüm… Evine bir lokma ekmek götürmek için şoförlük yaparken örgütün kararına karşı geldiği için kamyonu yakılan, kendisi öldürülen şoförler de gördüm…
Daha neler yok ki?
Şimdiye kadar yazılı anlatmadığım bir kısa anekdotu da anlatmanın yeridir artık… Kürtlerin en büyük iç savaşı, ‘birakûjî’den ‘xwekûji’ye geçtiği savaş, 1994 Güney Kürdistan çatışmalarıdır. 6 ay gibi kısa bir sürede 4 bin peşmerge yaşamını yitirdi, on binlerce insan karşılıklı esir alındı, şehirler istila edildi…
Esir değiştirmenin mümkün olmadığı ilk zamanlarda arabulucular sadece karşılıklı cenaze değişimi yapmaya ikna edebilirlerdi tarafları. Cephede değiştirilen cenazelerin halini görecektiniz. ‘90’lı yıllarda Kürt gençlerine egemenlerin yaptıklarının aynısını ne yazık ki Kürtler yine Kürtlere yapmıştı…
Elim varmıyor cenazelere yapılan hakaretleri yazmaya… Her bir tarafın cenaze tesliminde dile getirdiği sözler ortaktı, sadece: “Kelaxên wan bigrin, şehîdên me bidin!” Yani Türkçesiyle, “Leşlerinizi alın, şehitlerimizi verin!” diyorlardı…
Bunca acıyı yaşamış bir halkın, yeri gelmiş bu acıların müsebbibi olmuş siyaset erbabına analiz ne kadar kâr eder ki?
Bu yazılanların yüzlerce katını bilirler.
İç infazları, 4 parçalı Kürdistan’ın coğrafik koşulları nedeniyle bir diğer egemene sırt dayamayı, parçacı davranmanın bir diğer parçanın aleyhine nelere neden olduğunu, kendisi içinde yok diye nefes alan bir diğer parçanın nefes borularını bilerek kesmeyi, daha ortada “fol-folluk” yokken binlerce cana mal olan egemenlik çatışmalarını, bizden çok ama çok iyi bilenler bizzat siyaset erbabımızın, yöneticilerimizin kendileridir…
Hiçbir analize gerek yok…
Sadece ve sadece tek bir öneriye ihtiyaç var…
Ne olur, bir beyaz sayfa açın…
Eğer kirlenecekse bu yeni açacağımız beyaz sayfa kirlensin…
Çünkü her birimizin eski sayfalarında o kadar kirli bölümler var ki!
Bu halkın çok, çok ama çok kahramanlıkları da var…
Amenna!
Ama vallahi sadece kahramanlıklar bizi paklamaz; çünkü hiçbirimiz günahsız da değiliz...
Ne olur; bir beyaz sayfa...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.