Peki nasıl olur da bir kadın dayağı hoşgörebilir, hafife alabilir, normal addedebilir? Nasıl olur da bir eş, bir anne, zaman zaman, ara ara, kocasından dayak yemeyi hak ettiğine inanabilir? Kendini ve belki etrafını buna inandırabilir?
16 ’ncı yüzyıl Fransız deneme yazarı Michel de Montaigne, düşünce tarihinde başat yer edinmiş isimlerden. Tüm dünyada üniversitelerde, liselerde denemeleri okutulur, tartışılır. Lakin onun yakın dostu olan ve gene siyaset felsefesinde önemli izler bırakan, özgür ruhlu, asi tabiatlı Etienne de la Boetie, Fransa toprakları dışında o kadar tanınmaz, konuşulmaz nedense. Daha geride, gölgede kalmıştır. Halbuki çok etkili bir esere imza atmış vaktiyle: Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev. Iktidar nedir? Nasıl işler ve sahi nasıl içselleştirilir? Muktedir olma halinin dinamikleri daha aşikâr, analizi belki daha kolay. Lakin bir insan bir başka insana neden ve nasıl bir ömür boyu sorgusuz sualsiz itaat eder, onu irdelemek en zoru. Peki içten içe mutsuz olduğu halde boyun eğmeye devam edenler, sorgulamaktansa kanıksamayı tercih edenler var mıdır? Varsa neden? Oldukça erken bir dönemde bu derin ve evrensel temaları tek tek tartışmaya açar Boetie. Kimi tarihçiler yazarın bu kitabı 18 yaşında, kimileri de 20 yaşındayken yazdığını iddia etmekteler. Genç ve kabına sığmayan bir deha. Felsefi anarşizmin öncülerinden. Kimi tarihçiler ise aslında bu kitabın Montaigne tarafindan kaleme alındığını ama bilinmeyen bir sebepten ötürü en yakın arkadaşının ismiyle çıktığını söylemekteler. Eğer hal böyleyse ortada ilginç bir sır var demektir, bunca zaman sonra bile anlaşılamayan bir yılan hikâyesi. Öyle ya da böyle 1550’lerden bize kalan en kıymetli eserlerden biridir Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev. Seneler sonra bugün bu eski yapıtı hatırlamama sebep, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Profesör Yılmaz Esmer’in başkanlığında yapılan ve bu hafta sonuçları kamuoyuna açıklanan bir araştırma. 2011 Türkiye Değerler Araştırması Sonuçları’nı henüz görmediyseniz zaman ayırıp bakmanızı kendimce tavsiye ederim. Çalışmada ele alınan ve deneklere sorulan cümlelerden biri oldukça dikkat çekici: “Bir erkeğin, birden fazla eşinin olması kabul edilebilir.” Peki gözü kapalı bir tahmin yapsanız, sizce Türkiye nüfusunun ne kadarı bu saptamaya destek verir? Rapora göre buna “Evet” diyenlerin oranı yüzde 23. İşin çarpıcı yanı 1996’da yapılan ölçümde bu oranın yüzde 10, 2009 senesinde ise yüzde 11 olması. Peki ne oldu, bize neler oldu da bu kadar kısa zamanda bu oran iki katına çıktı?
*
Eskilerden sevdiğim, zaman zaman imza günlerimde bazı okurlar için tekrarladığım kadim bir söz vardır: “Hoşça bak zatına.” Bu araştırma bize bir kez daha gösteriyor ki, aslında milletçe, memleketçe o kadar da “hoş” bakamıyoruz zatımıza. Daha doğrusu, bizim gibi olmayana. Bizim gibi giyinmeyen, bizim gibi yaşamayan, bizim gibi görünmeyene... En büyük çelişkilerimiz, uyumsuzluklarımız hep simgelerle, suretlerle. Deneklere kimleri komşu olarak görmeyi asla istemedikleri sorulduğunda, istenmeyen kesimlerin başında gene eşcinseller geliyor. Her zaman oldugu gibi, en çok ötelenenler, ötekileştirenler onlar. Tablonun birçok boyutu var ama kadınlar açısından durum hiç de parlak değil.”Bazı kadınlar kocalarından dayak yemeyi hak ediyor” görüşüne katılanların oranı bilhassa düşündürücü. Bu rakam 1996’da yüzde 19’du. Şimdi ise yüzde 30’a fırlamış durumda. Kadına yönelik şiddet haberlerinin doludizgin arttığı bir dönemdeyiz halbuki. Gün geçmiyor ki Türkiye’nin bir başka köşesinde benzer bir hadise yaşanmasın. Öteden beri vardı aile içi şiddet, yeni bir mesele değil. Belki de tek farkı şimdi şimdi durumun vahametini anlıyor, çözümleri konuşuyoruz. Lakin bu araştırmada zihnimi en çok kurcalayan kısım bizzat biz kadınların bu sonucun yaşanmasında oynadığımız rol. Kabullenişlerimiz. içselleştirmelerimiz. Çözmesi en zor yumak burada belki de. Zira araştırma boyunca şiddeti tasvip eder cevabı verenlerin hepsinin erkek olduğunu zannediyorsak, yanılıyoruz. Aralarında kadınlar da fazla. Peki nasıl olur da bir kadın dayağı hoşgörebilir, hafife alabilir, normal addedebilir? Nasıl olur da bir eş, bir anne, zaman zaman, ara ara, kocasından dayak yemeyi hak ettiğine inanabilir? Kendini ve belki etrafını buna inandırabilir? Bahsettiğim tutum elbette eşinden dayak yiyen tüm kadınlara mal edilebilecek bir genelleme değil. Ama şu da bir gerçek ki, pek çok kadın, bilerek ya da bilmeyerek, kendisini ezen, ezikleştiren bir çarpık yapıya katkıda bulunuyor. İşte öyle anlar için, 16. yüzyıldan bir ses seslenir bize. Der ki Boetie: “Size böylesine hâkim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var: O da sizi ezmesi için ona sağlamış olduğunuz üstünlük.”
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.