Kürt sorunu nasıl çözülür?
Türkiye’de Kürt sorununun silah ve savaş ile çözülemeyeceği konusunda yaygın bir bilinç söz konusu. Buna şiddet aygıtlarına sahip, bu günlerde çatışan PKK ve devlet kesimi de dâhil.
O halde yapılması gereken bu bağlamda silahların tümüyle bırakılması, Kürt sorununun çözümünde savaş ve silahlı mücadelenin bir seçenek olarak devreden çıkartılmasıdır.
Peki, silahların devreden çıkartılması Kürt sorununun otomatik olarak çözüldüğü anlamına gelir mi? Ne yazık ki geçen dönemde böyle bir algı oluşturuldu ve biraz da bu yaklaşım nedeniyle Çözüm Süreci gelip tekrar savaş batağına saplandı.
Şurası net, silahların susması Kürt sorununu çözmez, ancak çözüm bakımından onu yeni bir iklime taşıyacağı muhakkak.
Çözüm Süreci deneyimi
Bu noktada geçmişte Çözüm Süreci’nin ortaya çıkardığı sonuçlara ve sunduğu derslere bakmak önemli. Gelinen aşamada Çözüm Süreci gelip çamura saplansa da, onun Türkiye toplumunun Kürt sorunundaki algısını olumlu yönde değiştirdiği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Türkiye’nin batısında yaşayanların Çözüm Süreci’ne yüzde 70-80 dolayında sunduğu destek Kürt sorununun barışçıl çözümü bakımından önemlidir. Çözüm Süreci’nin ortaya çıkardığı göstergelere bakıldığında tablo özetle şudur: Türk toplumu ağırlıklı olarak savaş ve şiddete karşı. Savaşın acı deneyimleri onu olgunlaştırdı, sorunun barışçıl çözüm girişimlerine daha hazır hale getirdi. Bu bilinç ve hissiyatla söz gelimi devletin 2013 yılından sonraki dönemde PKK lideri Öcalan ile aleni bir şekilde görüşmesine karşı çıkmadı, tersine bunu barışın bir bedeli olarak gördü. Bu ve benzeri girişimleri yürüten AKP ve lideri Erdoğan’ı ödüllendirdi. Özetle Türk toplumunun genlerine zerk edilmiş şovenizm eğilimine ve son Dağlıca ve Iğdır’da yaşanan asker ve polisi kayıpları ardında sokağa taşan linç girişimlerine rağmen, Türk toplumu geçmişe kıyasla bu gün Kürt sorununun barışçıl çözümünde daha olumlu bir noktada.
2000’li yıllardan başlayarak önce Açılım ve son olarak Çözüm Süreci olarak devam eden son10-15 yıllık süreçte Türkiye bir bütün olarak önemli oranda değişti. Bu değişim en başta iç dinamiklerin etkisiyle gerçekleşti elbet, ancak bu değişimde ilk yıllardaki AB üyelik sürecinin ve Güney Kürdistan’da yaşanan gelişmelerin de büyük rolü oldu. Geçen süre içinde Kürt sorunundaki yüz yıllık kaba inkâr siyaseti terk edildi, bu dönemde geçmişte düşünülemeyecek adımlar atıldı. PKK lideri Öcalan ile aleni olarak yürütülen görüşmeler de -içeriğinden bağımsız olarak- devletin bu alandaki dönüşümünün göstergesi. Gelinen aşmada Kürt kimliği ve Kürtçe konusunda önemli tabuların aşıldığı bir gerçek ve bu durum önümüzdeki süreç bakımından önemli bir imkân niteliğinde. Şu günlerde yaşadığımız can yakıcı ve anlamsız savaş gerçeğine rağmen durum böyle.
Türk devleti eşitlikçi çözüme hazır değil
Türk egemen siyasetini temsil eden AKP, CHP ve öteki temel akımlar bakımından ise durum şu: Evet artık kimse Kürt sorununda kaba bir inkâr noktasında değil. Bireysel bazda ve sınırlı bir çerçevede bazı haklara ilişkin genel bir yumuşama söz konusu. Demokrasinin sınırlarının geliştirilmesine ilkesel olarak karşı çıkan yok. Buna karşın söz konusu siyasi aktörlerin hiçbiri Kürt sorununda eşitlikçi bir çözüme hazır değil. Örneğin hem AKP hem de CHP Kürt dilinin eğitim ve kamusal alanda kullanılması ve resmi olarak kabul edilmesi talebine karşı. Her ikisi de Kürt kimliğinin anayasal güvence altına alınmasına sıcak bakmıyor. Başka bir ifade ile Türk devleti ve ilgili kurumları Kürt sorununun eşitlikçi çözümüne ve bunun somut bir ifadesi olan Kürdistan’a statü meselesine oldukça uzak bir noktada. Yaptıkları şey Kürtlerin ulusal taleplerine karşı çıkmak, bunu yapamadıkları noktada ise olabildiği kadar zamana yaymak.
Hedefte netlik
Bu açıdan bakıldığında Kürt sorununun eşitlikçi çözümünü Türk devletinden beklemek doğru olmaz. Ancak böyle bir tespitte bulunmak sorunun devlete rağmen çözüleceği anlamına da gelmez. Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelesi esas olarak onun eseri olacak, ama aynı zamanda Türk kesiminin ikna ve desteği ile sonuca ulaşacak.
Bu noktada Kürt hareketinin siyasi duruşu ve mücadele stratejisi tayin edici bir rol oynar.
Birincisi, Kürt hareketi siyasal duruşu ve talepleri/hedefleri konusunda net olmak zorunda. Genç Seneca’nın dediği gibi gideceği limanı olmayan bir denizciye hiçbir rüzgârın yararı olmaz. Başarının birinci koşulu Kürt hareketinin taleplerini ve hedeflerini doğru ve gerçekçi bir tarzda ortaya koymasıdır. Gelinen aşamada Türkiye sınırları içindeki 20 milyonluk Kürt halkı için asgari hedef federasyon olmak zorunda. Federal bir Türkiye’de federe bir Kürdistan…Kürt hareketinin açık ve net bir hedefinin olması hem Kürt halkının bu uğurda seferber edilmesini kolaylaştırır, hem de uluslararası düzeyde gerekli desteğin sağlanması için gerekli. Ne istediğini açık olarak ortaya koymayan, hedeflerini iki günde bir değiştiren bir hareket içerde kafa karışıklığı yaratmakla kalmaz genel olarak da güvenilirliğini kaybeder.
İkincisi, Kürtler bakımından siyasi hedeflerin doğruluğu kadar önemli olan diğer bir konu izlenecek mücadele biçimidir. Günümüz dünyasında bir halkın taleplerinin meşru olması yetmiyor, söz konusu hedefler için yürütülecek mücadelenin ve kullanılacak araçların da makul ve amaçlarla uyumlu olması gerekiyor. Mücadele biçiminin sürdürülebilir ve sonuç alıcı olması son derece önemli.
Daha somut olarak ifade etmek gerekirse Türkiye’de silahlı mücadeleyi sonlandırmanın vakti çoktan geldi. Türkiye koşullarında silahlı mücadele ile bir yere varılamaz, çünkü Türkiye bir NATO üyesi ve Batı dünyasının bir parçası. İkincisi bütün zorluklarına ve her şeye rağmen Türkiye’de legal mücadele zemini tümden yok değil. Son 30 yıllık deneyimler, onca acıya ve bedele karşın silahlı mücadelenin sonuç alıcı olmadığını gösterdi. Bu yöntemin Kürt toplumunda yol açtığı maddi, insani, kültürel ve psikolojik yıkımının boyutları ise saymakla bitmez.
Kürtler barışçıl mücadele stratejisinde ortaklaşmalı
Gelinen aşamada Kürtler sivil itaatsizliğe dayalı, demokratik, barışçıl ve kitlesel bir mücadele stratejisi etrafında birleşmek zorunda. Böyle bir mücadele hem görece daha az bedel gerektirir, hem de iç ve dış kamuoyundan daha çok destek bulabilir. Günümüz dünyasında ve de Türkiye koşullarında haklı talepler için meydanlara çıkan bir halkı hiç kimse durduramaz. Örneğin federasyon ya da özerk bir Kürdistan şiarı ile alanlara çıkan yüz binlerce Kürdü hiçbir güç şiddetle susturup yok edemez. Katalan halkının durumu bunun açık örneği. Bu günlerde Katalan halkı milyonlar halinde Barselona’da bağımsızlık talebi için yürüyor ve 27 Eylül’de yapılacak parlamento seçimini bağımsızlık için bir referanduma dönüştürmek istiyor. Kimse Katalonya’nın bağımsızlık sürecinin İspanya tarafından silahla bastırılacağını bir ihtimal olarak bile düşünmüyor. Tartışılan daha çok kurulacak bağımsız devletin AB tarafından tanınıp tanınmaması. Elbette Katalonya Kürdistan, İspanya da Türkiye değil. Yine de bu, Kürtler için söz konusu deneyimin öğretici yanlarını ortadan kaldırmaz.
Legal demokratik mücadele bakımından üzerinde durulacak diğer bir örnek de HDP’nin son seçim deneyimidir. HDP deneyimi, legal ve barışçıl mücadeleye yönelişin sadece Kürtlerden değil Türklerin bir kesiminden de destek bulduğunu gösteriyor. Kürtlerin tümünü kapsayan, ulusal talepler konusunda net, şiddete ilkesel karşı duran, Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile Türkiye’nin demokratikleşmesi arasındaki bağı iyi koyan bir hareketin HDP’nin aldığından daha büyük bir kitle desteği alacağına kuşku yok. Böyle bir hareket Türk toplumundan da destek alarak onun güvenini kazanabilir. Barışçıl ve demokratik siyaseti esas alan bir Kürt hareketi uluslararası düzeyde de daha yüksek düzeyde karşılık bulabilir.
Bu gün Kuzey Kürdistan’da arzulanan bir ulusal yakınlaşma ya da birliğin sağlanmasının önündeki engellerden biri PKK’nin tekçi ve benmerkezci siyaseti ise, bir diğeri de yürütülen silahlı mücadeledir. Bütün Kürt tarafları ortak hedefler etrafında birleşse bile, ortak bir mücadele stratejisinde anlaşılmadığı sürece Kürtlerin ortak bir platformda buluşması mümkün değil. Çünkü mücadele araçları bazen hedefler kadar önem kazanabilir, hatta hedeflerin önüne geçerek onları anlamsızlaştırabilir. Kullanılacak mücadele yöntemleri amaçlarla uyumlu değilse eğer, amaca zarar verebilir.
Özetle silahların devreden çıkartılması, Kuzey Kürdistan’da geniş kapsamlı bir yakınlaşmanın da yolunu açabilir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.