En kötüsü ama, ‘...gibi’ olmak en kötüsü bile olamamaktır. Kötü gibi ama kötü de değil, iyi gibi ama iyi de değil, güzel gibi, güzel de değil... demokrasi gibi ama demokrasi de değil. Gibi yapmak bünye benzerliğiniz olmadığı halde bir şeyi taklit etmektir. Benzeme çabaları üstünüzden dökülür, başkasının elbisesinin ya kolu kısa gelir ya paçası, eteği uzun. Sırıtır.
Görüntünün sakilliği bir yana daha da kötü olan şey benzemek istediğinize asla ulaşamamak, hep “...gibi” kalmaktır. Çünkü sizdeki değişimi doğuracak sahici dinamikleri “...gibi” olmakla bastırmış, zayıflatmış, giderek öldürmüşsünüzdür. “Ben oyum” diyorsanız, o olduğunuza inanıyorsanız, o olmaya çalışmazsınız. Güzel olduğunuza inanıyorsanız neden güzelleşme gayreti içinde olasınız ki? Her şeyi bildiğinize inanıyorsanız neden bilmeye çaba harcayacaksınız ki? Yaptığınız her şeyin doğru olduğuna iman etmişseniz kendinizle neden yüzleşeceksiniz ki?
Kendinizi eleştirmeye, geçmişle yüzleşmeye ihtiyaç duymamaktan daha kötüsü var. Artık “...gibi” olmak yerleşik bir davranış biçimi halini almışsa kendinizi eleştirmeyi de, geçmişle yüzleşmeyi de “gibi” yaparsınız. Eleştiriyormuş gibi, yüzleşiyormuş gibi... Böylece eleştirinin de, yüzleşmenin de içi boşalır.
Boşalır çünkü kendimizi eleştirmek, geçmişle yüzleşmek gerçek, sahici bir ihtiyacın itkisiyle yapılmış değildir, öyle yapmanın iyi olacağı düşünüldüğü için yapılmıştır, geçmişten duyduğunuz sahici bir utanç, bir acı, bir anlama ihtiyacıyla değil.
Resmî siyaset, bizde “gibi yapma” siyasetidir
Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze dek sürüp gelen sosyal siyasetimizi ve yerleşik siyaset kültürümüzü, tepki veya tepkisizlik nedenlerimizi masaya yatırdığımızda bu hâl ve gidişimizi en özlü anlatan tanımın “...gibi yapmak” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Türkiye 1920’lerde “muasır medeniyete ulaşmaya” gözünü dikti. Şapka giyerek, balolar düzenleyerek, Latin harflerini alarak tepeden gelen Jakoben Batılılaşma yolunu seçti. Böylece neden Batılı olmak zorunda olduğumuzu hiç sormaksızın “Batılı gibi” olduk. Neden öyle yapıldığı bu yazının konusu değil, sonuçları önemli. Bu sonuçlar demokrasimizin kavrukluğuna bir yanıt oluşturması açısından kayda değerdir.
Bizde modernleşme Cumhuriyet’in ilânıyla başlamadı, bu bir şehir efsanesidir. Resmî tarihin peçesi düştükçe görüyoruz bunu artık. Modernleşme Osmanlı’da başladı 1908-1909 bir demokratik devrim başlangıcıydı ve her ne kadar dış baskılar olsa da esas olarak Osmanlı’nın çok kültürlü, çok parçalı yapısının getirdiği sahici dinamizmin ürünüydü. Cumhuriyet ise bu sahici değişim dinamiklerinin üstünde yükselmedi, aksine 1924’ten başlayarak bu dinamikleri bastırdı. Böylece “...gibi Cumhuriyet” ortaya çıktı. Askerî-bürokratik vesayet rejimi de böyle kuruldu. 1946 çok partili siyasete geçiş bile Demokrat Parti’nin programının Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün icazetiyle olabildi.
Gerisi malum. Her on yılda bir askerî darbe ya da onun mümasili olan askerî müdahaleler... Her müdahaleden sonra Meclis’in yeniden açılmasında, sandık başlarına koşuşumuzda demokrasiye döndük diye çocuklar gibi şendik. Bir dahaki müdahaleye kadar tabii...
İşte bu ahval ve şerait altında (yani bu şartlarda) ilk kez veya hemen hemen ilk kez ülkemizde, sahici değişim dinamiklerinin 1980 sonrasının konjonktürel etkileriyle kıpırdadığını görmek heyecanlandırmıştı beni. Hep altını çizmekten usanmadığım gibi bu kıpırdanış İslami uyanış ve Kürt ulusal uyanışının eseriydi. 2002’den itibaren başlayan değişim sürecini bu nedenle bir devrim değil elbette ama “devrimsi değişim” olarak nitelemiştim.
Şimdiki kaygım ise AK Parti’nin iktidarda yerini pekiştirmesiyle birlikte kendini oraya taşıyan değişim dinamiğini söndürmesi ve öte yandan PKK şiddeti bahanesiyle Kürt ulusal uyanışının yarattığı dinamizmin devlet şiddetiyle bastırılması, iğdiş edilmesidir.
Yeniden “gibi” tuzağına düşme tehlikesi var
Böyle baktığım için son seçimler öncesinde, AK Parti’yi de eleştirmekle birlikte eleştirilerim dostça fakat ağırlıkla PKK-BDP (DTP) çizgisinin siyaset yapma/yapamama tarzına yönelikti; bu eleştirel bakışım bugün de sürmekle birlikte son genel seçimlerden sonra eleştirinin sivri ucunu iktidara çevirmenin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Fakat her durumda bugün sönümlenmiş olsa da halen potansiyel bir tehdit olduğunu düşündüğüm askerî vesayet hiç kuşkusuz asıl hedef olmalı. Ne var ki bu potansiyel tehdidin ortadan kaldırılması da demokratik değişimin kesintiye uğratılmadan sürdürülmesine bağlı. Bu ise AK Parti’nin devlet olmasıyla birlikte yeni hegemonyanın yani statükonun yeniden inşasının önüne geçmekle mümkün.
Başka deyişle “...gibi demokrasi” tuzağına yeniden düşmemek için AK Parti iktidarının “...gibi” yapmalarının önü alınmalı.
Yetmez ama “evet” artık yetmez.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.