Onlar 'geri çekilmenin' neye benzediğini biliyor: 1999'da PKK geri çekilirken tutuklanan Ayşe Karabaş ve ilk Barış Grubu'yla gelen Seydi Fırat anlatıyor.
1999’du, PKK geri çekiliyordu. O dönem 17 yaşında olan, bir buçuk yılını dağda geçirmiş Bitlisli Ayşe Karabaş da Muş gücündeydi. İki gün yürüdükten sonra Garzan civarında etrafları çevrilmiş, grup dağılmak zorunda kalmıştı. Ağır çatışmanın ardından hava kararır kararmaz bir ağaca tırmandı ve sabahın ilk ışıklarına kadar ağaçta kaldı. Sabah gördü ki 14 arkadaşının ölüsü ağacın dibine yığılmış. Son anda bir korucunun onu fark etmesiyle indirildi; dayak, küfür, tehdit...
Karabaş, sınır dışına çekilirken pusuya düşürülen yüzlerce PKK’lının böyle öldüğünü altı yıl kalacağı cezaevinde öğrendi. Bir-iki yıl öncesine kadar o dönemden kalma toplu mezarlar bulunacak, yeni bir ‘süreçte’ Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 1999 hayal kırıklığını ‘öngörüsü dar bir grubun engel olması’ şeklinde tarif edecekti.
İki gün önce Barış Meclisi’nin toplantısında, hayatında ilk kez bir topluluğa bu kişisel deneyimini anlattı Karabaş. Şu anda BDP’nin Kadın Meclisi üyesi. “Endişemiz çoktu, güvenemiyorduk. Ama her şeye rağmen umudumuz vardı. Göze almıştık, ölebilirdik” dediği ve kimi sahneleri gözünün önünden gitmeyen o dönemden ders çıkarılmasını istiyordu.
“Biz geri çekilirken o kadar hassas davranmamıza rağmen başımıza bunlar geldi. Şimdi deniyor ki köylerden geçmeyin, görüntü vermeyin, biz fark etmeden gidin. Kendi geçit hatları olabilir ama gerillanın da olağanüstü güçleri yok sonuçta, yerçekimi diye bir şey var. Karadeliğe mi girsinler? O yüzden birinci şart, operasyon olmamasının yasal güvencesi...”
Ağır bir travma
Dün itibariyle Öcalan’ın beş sayfalık üçüncü mektubu KCK yetkililerinin eline ulaşırken, sınır dışına geçişe dair ilk yasal düzenleme ihtimali de konuşulmaya başlandı. İl İdaresi Kanunu’nun 11. maddesinden yola çıkarak Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında yapılacak yeni protokol, operasyon izni veren valilikler üzerinden bir güvence vaat ediyor.
Yine 1999’da ilk Barış Grubu içinde Şemdinli’den Türkiye’ye giren, DTK Daimi Meclis üyesi Seydi Fırat, bu protokol ihtimaline temkinli yaklaşıyor: “Zaten valiler izin vermeden operasyon gerçekleşmiyordu. Şahsen valilerin eline bırakılmış, bu kadar marjinalleştirilmiş bir güvence planının Kürt hareketini tatmin edeceğini düşünmüyorum. Meclis’in bu işe dahil olması, geleceğin de inşasına dair anlamlıdır. İstiklal Mahkemelerinden terör yasalarına, 1925’ten beri Meclis aslında Kürtlere yönelik hep olumsuz adım atılan yer oldu. Meclis bu süreçte rol oynamak için üzerine atlamalı. Bu, gelecek için altın bir yaklaşım olur.”
Fırat, önemli adımlar atılmışken geri çekilmenin bürokrasisine bu kadar takılmanın ‘kendi kendini tıkamak’ olduğunu düşünüyor, “Anlam da veremiyorum” diyor.
Bir de tabii makineden değil, insandan söz ediyoruz. Her tür umuda, inanca ve olası güven arttırıcı hamleye karşın 1999’da yaşananlar öylece duruyor. Bu haletiruhiyeyi soruyorum, o nasıl bir yürüyüş olur? “Öyle üretilmiş falan değil, çok ağır bir travma” diyor 1999 için, o dönemin yükselttiği sorgulamaları anlatıyor. “İnsanlar rahat rahat geri çekilmeli ki sonrasına bakabilelim” diyor. Açılan yeni karakollarla, yeni silahlandırılan korucularla bulanan kafasını anlatıyor.
Sonrası?.. Mesela Ayşe Karabaş’ın daha sonra ‘toplum içindeydim ama biraz da dışında’ diye özetlediği uyum sorunlarını, mesela iş başvurularında sabıka kaydı istendiğinde kaç kez “Bugün sistem çalışmıyormuş” denebileceğini konuşacağız. Karadeliğe girmeyeceklerine göre...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.