BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırma tartışmasının, basit bir gündem değiştirme taktiğini çok aşan boyutlara sahip olduğu daha baştan belliydi. En az iki nedenle bu böyle.
Birincisi, dokunulmazlıkların kaldırılması; kürtaj, idam vb. konulardan farklı olarak, somut bir süreç meselesidir. Bu süreç işlemeye başladı zaten. Bundan sonra, “patika teorisi”nin devreye girmesi ihtimali çok yüksek. Yani bu süreci başlattıktan sonra, ileriki aşamalarda durmak veya geri dönmek isteseniz bile, bunu başarmanız hiç kolay değil. Patikaya girdikten sonra, genellikle yolun akışını ve sonunu siz değil, patikanın kendisi belirler.
İkincisi ve daha önemlisi, tartışmayı başlatan Başbakan, dokunulmazlıkların kaldırılmasına “kesin karar vermiş” gibi görünüyor. Şimdiye kadarki konuşmaları, tam bir kararlılık gösterisi. Bu gösteriyle, herhalde partisinin Meclis grubunu mutlak kontrol altında tutmayı hedefliyordur. Nitekim Anayasa’nın 83. maddesinin açık hükmüne rağmen, grubuna adeta emir yoluyla bu kararını dayatmakta bir beis görmüyor.
Öte yandan Başbakan, üslubundaki sertlik dozunu da giderek arttırıyor. Sadece haklarında fezleke hazırlanmış olan milletvekillerini kesin suçlu gibi sunmakla kalmıyor, bir bütün olarak BDP’yi de “şeytanlaştırma”ya devam ediyor. Anlaşılan böylece, dokunulmazlıkları kaldırma meselesini bir “milli dava” hâline getirerek bir nevi “seferberlik havası” yaratmaya çalışıyor. Bu havanın da, hem şahsına ve partisine daha fazla “milliyetçi destek” getireceğini, hem de kendisine ve politikasına itiraz edenleri sindireceğini hesaplıyor olmalı.
Peki, Başbakan bunu neden yapıyor? Ya da şöyle soralım: Bu hamle, Başbakan’ın Kürt politikasında nasıl bir yere oturuyor?
Başbakan’ın ve hükümetinin bütünlüklü ve tutarlı bir Kürt politikası/programı olduğunu düşünmüyorum. Ortadaki veriler, Başbakan’ın başka birçok önemli konuda olduğu gibi Kürt sorununda da anketlerden esen rüzgârlara göre hareket ettiğini gösteriyor. Bu da, sözlerde ve politikalarda ciddi bir tutarsızlığa neden oluyor. Bir yandan, hem Başbakan’dan hem de bazı bakanlardan “açılım devam ediyor ve edecek” gibi sözler duyuluyor, hatta “anadilinde savunma” gibi adımlar atılıyor. Diğer yandan, demokratik siyasetin temellerini ve atılan “reform” adımlarının anlamını yok edebilecek bir sertlik ve gerilim politikası izleniyor.
Daha önce, tutarsızlıklarla dolu bu tabloyu, “sürdürülebilir çözümsüzlük politikası” olarak değerlendirmiştim. Başbakan’ın asıl derdinin çözüm falan değil, 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar “durumu idare etmek” olduğunu söylemiştim.
Hâlâ esas itibariyle aynı fikirdeyim. Lakin Başbakan’ın sürekli tırmandırdığı gerilim politikasının, “durumu idare etme”yi çok zorlaştırdığı da ortada.
Bunu nasıl açıklayabiliriz? Aklıma ilk gelen basit açıklamayı, “anketlerin şehvetine kapılma” olarak özetleyebilirim.
“Patika teorisi” burada da işliyor. Gerilim arttıkça, milli ve milliyetçi hassasiyetler kabarıyor. Onları tatmin etmek için gerilim daha da yükseltiliyor ve böylece bir “şeytan döngüsü” oluşuyor. Bu döngü hızlandıkça, onu harekete geçirenleri de teslim almaya başlıyor.
Durum bu kadar basit olmayabilir. Başbakan’ın politikalarının ardında başka ince hesaplar ve karmaşık tasarımlar da yatıyor olabilir. Bunları başka yazılarda tartışmaya çalışacağım.
Sebep ve hesap ne olursa olsun, o şeytan döngüsü işlemeye devam ediyor ve bu işleyiş ülkeyi kötü yerlere savuruyor. Dokunulmazlıkları kaldırma tartışması, bu gidişi durdurmak için bir fırsat olabilir. Bu konuda, demokrat kamuoyuna çok önemli görevler düşüyor. Ancak görünen o ki, asıl belirleyici rol, AKP içindeki, etrafındaki ve tabanındaki sağduyulu ve demokrat aktörlere düşüyor. Hızla duvara karşı giden bu katarın “imdat freni” galiba onların elinde..
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.