Şu soruyla başlayalım:
Barış sürecinin neresindeyiz?
Kamuoyu açısından kuvvetli bir noktadayız.
Anketlerde ortaya çıkan yüzde 58'lik destek toplumun önemli ölçüde bu süreci benimsediğini ortaya koyuyor.
MHP'nin tepkileri, CHP içinden çıkan kimi ulusalcı sesler, 300 kişilik endişe dilekçesi de önümüzdeki döneme ilişkin kimi sıkıntı ve direnç pistlerini göstermekle birlikte, şu aşamada barışa ilişkin olumlu ruh halini etkilemiyor.
Siyasi açıdan ise genel olarak olumlu, sürecin kurumlaşması bakımından ise sorunlu bir noktadayız ve bunlar iç içe…
Nitekim Diyarbakır'daki Nevruz'un doruk etkisi ve anlamı yerini hızla PKK güçlerinin nasıl çekileceğine ilişkin bir 'kriz'e bıraktı.
Siyasi iktidar çekilmeyle ilişkin hukuki çerçeveyi uygun bulmuyor, Kürt hareketi ise KCK ve BDP'nin yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla, böyle bir çerçeve olmadan geri çekilmenin gerçekleşmeyeceğini söylüyor.
Aşılacağını ummakla birlikte, görmek gerekir ki, bu, sıradan bir tıkanma değildir. Yaşanan sorun barış sürecinin tanımıyla ilgili taraflar arası bir farklılaşmadan kaynaklanmaktadır.
İki tarafa da bakalım…
Hükümet için konunun parlamentoya gelmesi AK Parti içinden ve diğer siyasi partilerden gelecek tepkilerle bu sürecin yeni gerginlikler içermesi ve yeni risklerle karşılaşması, denetleme açısından sorunlar üretmesi demek…
Ayrıca parlamentodan geçecek bir 'geri çekilme yasası' tarafların tanınması ve eşitlenmesi, barış sürecinin yeni bir kurumsal sayfa üzerinden götürülmesi demek…
Hükümet buna hazır değil, muhtemelen barış sürecinden anladığı da bu değil.
Siyasi iktidar bu süreci tam kurumlaştırmadan, adını tam koymadan, ileriye yönelik siyasi ve hukuki belirleyici adımlar atmadan yürütmek istiyor.
Bu açıdan bakıldığında siyasi iktidarın Kürt meselesinin çözümüne dünden bu yana aynı çerçevede baktığı, çözümü, silahsızlanma ve demokratik entegrasyon üzerine oturttuğu açık.
Şimdi merceği Kürt hareketine çevirelim…
Kürt hareketi, barış sürecinin her safhasının (BDP'nin konumu, İmralı heyeti tartışmaları da bunun bir parçasıydı) açık bir tanıma ve kurumlaşmaya dayanmasını istiyor.
'Ad koyma politikası' diyelim…
Nitekim bu hareket, geri çekilme karşılığında tam kurumlaşma, Meclis nezdinde ilan edilmiş meşrulaşma, tüm sistemin bu sürece, özellikle Kürt tarafını tanımaya katılımını talep ediyor.
Bu noktada da mesele, aslında Kürt hareketinin sorunun çözümü için dünden bu yana dile getirdiği taleplerini sürdürmesiyle ilgilidir: İçinde siyasi egemenlik fikrini de barındıran açık bir şekilde muhatap alınma ve bunun tescili…
Barış sürecinin uzun vadede aşması gereken paradoks da budur.
Bir yandan bu süreci başlatan Öcalan ile hükümetin teması, mutabakatı ve pozisyonlarının bir ölçüde yakınlaşması oldu. Bu konuda hükümet 'Öcalan'ı açık muhatap alma' hamlesi yaparken, Öcalan da çözüm formülünü tersine çevirdi, 'önce eylemsizlik ve çekilme, sonra siyaset ve hak' hamlesi yaptı.
Öte yandan, barış sürecinin de kendi başına siyasi bir nitelik taşıdığı dikkate alınırsa, pozisyon ve taleplerin zaman zaman eski haline dönme eğilimi göstermesi, bundan kaynaklanan mesafe, sürecin yavaşlamasına, aksamasına yol açıyor.
PKK'lı grupların Türkiye'yi hangi çerçevede terkedeceği tartışmasının arka planı aslında budur.
Türkiye kendince bir model arıyor, bu kesin…
Hükümette, aldığı riskler üzerinden bu süreci mevcut dengeler içinde tanımlama arzusu ve tek elden, tek taraflı yürütme eğilimi var.
Kürt hareketi sistem karşısında ve toplumsal bulduğu meşruiyet deliğini büyütmeye çalışıyor.
Alınacak yol paradoksu çözmeye yeter mi bilinmez ama ara krizler aşılacak, yol alınacaktır, taraflar birbirine yaklaşacaktır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.