Türk siyasi hayatında sivil-asker ilişkilerinin kritik bir öneme sahip olduğu tartışılmaz. Askeri bir imparatorluğun mirasını askeri bir cumhuriyetin devraldığı ülke 93 yıl içinde dört askeri darbe, üç başarısız darbe girişimine sahne oldu. Bu sürenin üçte biri sıkıyönetimler altında geçti ve askeri vesayet rejimi koşulları 2000’li yıllara kadar devam etti.
15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan, bir grup Gülenci askerin kalkıştığı, diğer bir grup askerin ise pasif şekilde izlediği darbe girişimi bu açıdan kendi başına pek çok anlam taşır. 15 Temmuz askeri kalkışması, Gülencilerden kaynaklanan özel durumuna rağmen müdahaleci askeri bir geleneğin geri dönüş arayışını da ifade etti.
Darbe girişimi sonrası asker-sivil ilişkileri meselesi iyiden iyiye hassas; tartışmaya, tespite, analize kapalı bir konu olmaya başladı. “Ordu içinde bölünme var mı?” ya da “Sivil-asker ilişkilerinde sular duruldu mu?” tarzı sorular bile bugün, bunları açıktan soranlara ciddi sorunlar yaratabilecek boyutta.
Ne var ki, bu sorular masada durmaya devam ediyor, en azından her zamanki önemini taşımayı sürdürüyor.
Nitekim, Türk basınının amiral gemisi Hürriyet’in bir süre önce, 25 Şubat’ta, yayımladığı, hükümet-asker-medya arasında ciddi krize yol açan haberi konuya ilişkin çok yönlü duyarlılığın halen sürdüğüne işaret ediyor.
Haber Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın kendisine yöneltilen kimi eleştirilere verdiği yanıttan ibaret. Haberde kaynak ve isim belirtilmiyor ama haberin her yönüyle karargah ya da komutan mahreçli olduğu ve haberin onların isteğiyle yayımlandığı anlaşılıyor.
Siyasi iktidar ise “Karargah Rahatsız” manşetiyle verilen bu habere büyük tepki gösterdi. Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş “Herkesin sözlerine dikkat etmesi lazım. Herhangi bir şekilde manşet atarak ne TSK'ya ayar vermek, ne hükümete ayar vermek mümkün değildir.” açıklamasını yaptı. Erdoğan ise, yanına oturttuğu Genelkurmay Başkanı’nın önünde kurumlardan çok şahıslara bağlı bir ilişki görüntüsü içinde basına yüklenerek “Bedelini ağır ödeyecekler” dedi. Bu sözlerin sonuçları oldu. Hürriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni hızla görevinden alındı, gazete bir özür metni yayımladı ve soruşturma başlatıldı.
Olup biteni tam olarak yerli yerine oturtmak, bu gelişmelere üç ayrı açıdan bakmayı gerektiriyor.
İlki hükümetin verdiği tepki boyutudur. Hükümetin tepkisi esas itibarıyla doğal ve anlaşılır nitelikte. Bu tür, askeri otoriteden gelen, kaynak ve isim içermeyen, siyasi alanla doğrudan ilgili açıklamalar demokratik hukuk devletlerinde toleransla karşılanmaz. Kaldı ki, 15 Temmuz askeri darbe girişiminin üzerinden daha yedi ay bile geçmiş değil.
Ancak asıl önemlisi ise Türkiye’nin kendisine has deneyimidir. Yıllardır, özellikle 28 Şubat 1997 askeri müdahalesinden bu yana, yüksek rütbeli askerlerin gazetecilere isim vermeden, el altından yaptıkları bu tür açıklamalar Türkiye’nin siyasi belleğinde olumsuz bir yer tutar. Bunlar, basın üzerinden siyasete baskı, yön verme, zaman zaman da askeri uyarılar olarak algılanır. Özellikle “karargah rahatsız” veya “asker rahatsız” gibi ifadeler bu açıdan bildiktir ve pek çok örneği vardır. Bunlar dikkate alındığında son gelişmelerin siyasi iktidarda çağrıştırdığı, sorunlu asker-sivil dengesi kadar, sorunlu basın-asker ilişkisi ya da ilişki alışkanlıkları olabilir.
İkincisi seçici eleştiri boyutudur. Nitekim, hükümet işin sadece bir yönüne, basının tutumuna vurgu yaptı, askerin sorumluluğunu ise en azından kamuoyu önünde görmezden geldi ve “aramızı bozmak isteyenler” var tarzı açıklamalarla yetindi. Bu geçiştirmenin nedenleri arasında, muhtemelen, 15 Temmuz’un ordu yapısında ürettiği travma, Suriye’de yürütülen savaş, siyasi iktidar-asker ittifakı bulunuyor. Bununla birlikte Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın tutumunun sivil ve askeri otorite arasında kapalı kapılar ardında kimi huzursuzluklara ve uyarılara yol açmamış olması düşünülemez.
Üçüncü boyut, belki de işin en kritik olan kısmı, “askerin yaptığı açıklamanın arka planı”dır. Bu açıdan soru şudur: Genelkurmay Başkanı Akar neden rahatsız? En önemlisi rahatsızlığı kime karşı?
Haberin metni, Genelkurmay’ın rahatsızlığının, en azından büyük ölçüde, siyasi iktidardan kaynaklanmadığını gösteriyor. Rahatsızlığın kaynağı ve açıklamaların hedefi ordu bünyesinden gelen Genelkurmay Başkanı’na yönelen eleştiriler. Başka bir ifadeyle, “Karargah Rahatsız” haberi askeri bünyede kazanın kaynadığını gösteriyor. Genelkurmay’ın yaptığı açıklama, kamuoyu önünde yapılan askerler arası konuşma, kaynama şiddetinin doğrudan işaretidir.
Genelkurmay Başkanı’nın rahatsız olduğu konuları, daha doğrusu eleştirileri (haberde yedi madde halinde sıralanıyor) üç ana başlık etrafında toplamak mümkün.
İlk başlık Akar’ın iktidar ve iktidar çevreleriyle kurduğu yakın temasa -örneğin Cumhurbaşkanı’yla yaptığı geziler- ve siyasi iktidarın tamamlayıcısı olarak oynadığı iç siyasi role -örneğin, Kardak kayalıklarına gitmek, Yunanistan’la gerilimi tetiklememek- ilişkin.
İkinci başlık, Gülen’in hışmına uğrayan ve 15 Temmuz’un arkasında ABD’nin olduğuna inanan çoğu ulusalcı subayın bu ülkeyle ilişkilerin aldığı biçime yönelik eleştirilerine ilişkin. Örneğin, 2003’te Irak’ta Türk askerlerini tutuklayarak başlarına çuval geçiren generalin Akar’a madalya vermesi ya da Akar’ın ABD Genelkurmay Başkanı’nın ayağına gitmesi gibi.
Üçüncü başlık ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıllardır en büyük hassasiyeti olan, irticanın simgesi olarak gördüğü başörtüsünün serbest bırakılmasına ilişkin. 22 Şubat 2016 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı’nın yaptığı düzenlemeyle kadın subay ve astsubaylara yönelik başörtüsü yasağı kaldırmıştı. En önemli tabunun delinmesinin, geleneksel asker tarafından aksi düşünülemez bir kuralın altüst edilmesinin, yerleşik ordu ideolojisi açısından kritik bir konu olduğu açık.
Bunları nasıl okumalı?
Akar’a yönelik eleştiriler bir yandan asker içi bir tartışmaya, bir siyasileşmeye, asker-siyaset ilişkileri açısından ibrenin aşağı yukarı hareket ettiğine işaret ediyor. Öte yandan, Metin Gürcan’ın haklı bir endişeyle ifade ettiği gibi, “TSK giderek hem toplumda hem siyasette laik-muhafazakâr tartışmalarında tarafların birbirlerine güç gösterisi yaptığı bir mekan ve bu tartışmanın (bedelini hepimizin ödeyeceği) nesnesi haline geliyor.”
Burada tartışmanın, siyasileşmenin ve karargahın yaptığı açıklamanın asıl konusunu sanırız başörtüsü yasağının kaldırılması oluşturuyor. Akar, Hürriyet gazetesi temsilcisine bilgi verirken, “Başörtüsü düzenlemesinin karargahın görüşü alınmadan yapıldığı, Genelkurmay Başkanlığı’nın bu konuda bir sorumluluğu ve dahli olmadığını" belirtme ihtiyacını özellikle duymuş görünüyor. Nitekim, haber metninde diğer eleştiri konularında bunları asker adına yalanlayan ya da karargahı doğrulayan bir vurgu bulunurken, başörtüsü konusunda edilgin bir ton öne çıkıyor. Bunlardan, örtü yasağının kaldırılmasının ordu içinde bir tepkiye yol açtığı, Akar’ın bu konuda iktidarla iş birliği yapmak ya da düzenlemeye direnmemekle suçlandığı ve bu eleştirilerin ağır baskısı altında kaldığı sonucu çıkarılabilir.
Kaldı ki, Genelkurmay Başkanı’nın 15 Temmuz askeri girişiminden sonra travma geçiren orduyu toparlamaya çalışırken hükümetin güçlü denetimi ve yönlendirmesi ile ordu-içi eleştirilerin arasında kaldığı muhakkak.
Bu gelişmeler, 15 Temmuz sonrası asker-sivil ilişkilerinin, iktidarla ittifak yanında gerginlik unsurları içerdiğine de işaret ediyor. Asker içi tartışmalar ise bu tablonun diğer yönünü oluşturuyor.
Temel olarak demokratik bir adım olarak kabul edilebilecek başörtüsü yasağının kaldırılmasının zamanlaması ve tarzı kritik kimi dengeleri etkilemiş, orduda muhafazakar alan oluşturma, siyasi iktidar-asker ilişkilerinin ordunun dokusunu etkileme kaygılarını tahrik etmiş görünüyor.
Türkiye hareketli bir ülke, asker-sivil ilişkileri de öyle. (Al Monitor)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.