İstanbul’da Caferiler’in gittiği bir caminin kundaklanması son derece önemlidir. Cami imamının, daha önce kendisini selefi olarak tanıtan biri tarafından tehdit aldıklarını söylemesi aslında tabloyu gayet netleştiriyor. Bu noktadan sonra caminin gerçekte kim tarafından yakıldığının da çok önemi yoktur. Sonuçta oluşması istenen algı açıktır. Irak ve Suriye’deki mezhebi çatışma Türkiye’ye taşınmak istenmektedir.
Caferiler, diyanet görevlilerinin değil, masraflarını kendilerinin karşıladığı imamların hizmet verdiği camilerde ibadetlerini yapmaktadırlar. Tıpkı cemevi konusu gibi bu ibadet mekanları da, Türkiye’deki din-devlet ilişkisindeki çarpıklığın, ayrımcılığın, eşitsizliğin göstergesidir. Dahası dini hizmetlerin devlet eliyle değil o inancın mensupları tarafından verilmesini korkuyla karşılayan iki kesime de önemli bir mesaj içermektedir.
İnançlar konusu siyasal gerilim ve çatışmaların en tehlikeli alanıdır. Kerbela’dan bugüne uzanan bir çok vahşet ve katliamın arka planında inançsal ayrışmalar kadar ekonomik-siyasal kavgalar yatmaktadır.
Bir süredir Irak’da Şiilere yönelik gerçekleşen saldırılar karşısında sessiz kalmayı tercih eden bir Sünni Müslüman profili ile karşı karşıyayız. Camiler, türbeler, yas mekanları bombalarla vurulurken tepki vermemeyi tercih eden Türkiye muhafazakarları, Suriye sürecinden bu yana konunun daha açık tarafı pozisyonuna geldiler.
Hükümetin Suriye politikasını destekleyen ve İslami iddialar taşıyan çevreleri üç grupta ele almak mümkün. Bunlardan biri sadece İhvan kökenli hareketlere verilen desteğin arkasında duranlar. Diğeri İhvan eksenli yapıları fazla ılımlı bulup daha radikal grupları desteklemekten yana olan ama bunların içinden IŞİD’ı savunmakta zorlananlar. Üçüncüsü ise doğrudan IŞİD’e silah, mali yardım ve savaşçı temininde aktif rol üstlenenler.
Bu tasnif sadece durumun anlaşılmasını kolaylaştırmak için gereklidir. Yoksa zaman içinde bu üç tavrın iç içe geçtiğini de biliyoruz. Suriye’de İslam devleti umudu ile bu pozisyonu alanların Filistin konusundaki duyarlılığı yeniden ele alınmalıdır. Türkiye’de İslami duyarlılık taşıyan çevrelerin, Filistin konusunu hamaset ve mali-sosyal dayanışma düzeyinde tuttuğu hepimizin malumudur. Filistin’de savaşmaya gitme konusunda bildiğimiz somut örneklerin çoğu yetmişli yıllara aittir ve sosyalist hareketlerdendir.
Rojava konusu ise bambaşka bir anlam ifade etmektedir. Suriye Kürtlerinin varlık kavgasını, İslami duyarlılık gereği desteklenmeye değer bulmak bir yana, neredeyse tehdit olarak görüp karşısında durulması gereken bir gelişme olarak görme eğilimi egemendir. Kobanê’de yaşanan son gelişmeler aslında sadece o kantonda yaşayan Kürtlerin değil hepimizin, Ortadoğu’da yaşayan tüm halkların geleceği ile ilgilidir. Birlikte yaşama hukuku ve toplumsal barışın inşasında bir model sorununun olduğu ortadadır.
Demokratik İslam Kongresi bu nedenle son derece anlamlı ve cesur bir arayıştır. Bir yandan Müslümanların öteki algısı ile yeniden yüzleşme zorunluluğu, diğer yandan İslam içi mezhepsel ayrışmaların gelip dayandığı çatışma potansiyeli yeni bir tutum alınmasını zorunlu kılmaktadır. Ramazan ayında iftar sofralarını bu arayışın mekanları haline getirmeliyiz. Benzer amaçla derlenmiş bir çalışmadan söz ederek yazımızı bitirelim. Bayram Koca tarafından hazırlanan Vivo yayınevinin ilk kitabı olarak basılan “Türkiye’de İslam ve Sol” bu tartışmaların daha sistematik olarak yapılmasını kolaylaştıracak bir platform konumundadır. Konuya farklı cephelerden bakan çok sayıda ismin makaleleri ile katkı yaptığı bu çalışmanın hem İslami, hem sosyalist çevrelerde ciddi yankı uyandıracağını şimdiden söyleyebiliriz.