DÜN Taksim'deki Hyatt Regency Oteli'nde saçımı yaptırdım ardından hemen yanı başında yenilenen Divan Oteli'nde öğle yemeği yedim. Tuhaf bir duyguydu zira yanımda taşıdığım 26 Ağustos tarihli AGOS Gazetesi her iki mekânın bulunduğu arazinin aslında Ermeni mezarlığı olduğunu yazıyordu. Yani ölülerin üzerinde saçımı fönletip suşi yiyordum.
"Toprak Diye Geçme, Tanı" başlığıyla manşetten sunulan haberde bakın ne deniyordu : "Divan Oteli'nin ve çevresindeki binaların yerinde geçmişte Pangaltı Ermeni Mezarlığı uzanıyordu. Kanuni Sultan Süleyman'ın kendisini ölümden kurtaran Vanlı aşçı Manuk Karaseferyan'ın isteğiyle Ermenilerin kullanımına sunduğu ve yüzlerce yıl boyunca mezarlık olarak kullanılan, üzerinde kilise de bulunan arazi, 1930'larda Belediye tarafından 'kılıfına uydurularak' gasp edilmişti.
Günümüzde ise İstanbul'un göbeğindeki bu alanda, Divan'ın yanı sıra, Hyatt Regency Oteli, TRT İstanbul Radyosu, Hilton ile Askeri Müze'nin bir kısmı ve çeşitli yapılar bulunuyor" şeklinde devam ediyor belgelere dayandırılan iki tam sayfalık araştırma yazısı.
Yazıyı okurken içimi derin bir hüzün kaplıyor. Derken Başbakan'ın "bayram müjdesi"ni hatırlıyorum. Yani azınlık vakıflarının 1936 yılından sonra edindikleri ve 1974'ten sonra Hazine'ye "devredilen" gayrimenkullerin iadesine ilişkin Kanun Hükmünde Kararnameyi (KHK). AK Parti daha önce hiçbir hükümetin yapmadığını yapıp gayrımüslim azınlıkların pervasızca çiğnenen kanuni haklarını yine kanunlar marifetiyle koruyacağına dair güçlü irade sergilemiş oldu. Gayrimüslimlere yaşatılan sayısız zorbalıkların bir tanesini telafi yoluna gitti. Bu bir ilk olması yönünden tarihi nitelikte bir adım.
Peki yeterli mi? Örneğin bu kanunla birlikte sevgili Hrant Dink'in eşi Rakel ile birlikte yıllarca emek verdiği Tuzla Çocuk Kampı iade edilir mi? Ya Pangaltı Mezarlığı?
Sorunun cevabını konuyu titizlikle takip eden Agos Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş'tan dinleyelim.
"Çıkarılan KHK elbette çok önemli. Bugüne dek yapılanların aksine gasp edilen mülklerin gerçekten de iadesi veya tazmini sonucunu doğuracak bir çabanın sonucu olduğu görülebiliyor. Ancak medyada yapıldığı gibi bu adımın bir 'jest' ifadesi olduğunu söylemek doğru değil. Meselelere hak temelli bakmak lazım. Mülkler, eğer KHK uygulanırsa, asıl sahiplerine geri dönmüş olacak, gökten inmiş mülkler değil bunlar, zaten gayrimüslim vakıflarına ait olan mülkler.
Öte yandan, bu düzenlemenin dışında kalacak çok sayıda el konulmuş mülk var. Mesela, basında çok tartışılan Hrant Dink'in de yetiştiği Tuzla Çocuk Kampı, bu düzenlemeye göre iade veya tazmin edilmeyecek. Edindiğim bilgiye göre, hükümet, el konulmuş vakıf mülkleri ancak devlet tarafından satılmışsa ve Hazine'ye bu satıştan gelir elde edilmişse tazminat ödemeyi öngörüyor. Oysa Tuzla Ermeni Çocuk Kampı'na devlet el koymuş ve bir satış yapmadan, mülkü doğrudan önceki sahibine iade etmişti. Yani bu araziyi Gedikpaşa Protestan Kilisesi Vakfı'na satan kişi, devletin iade kararından sonra, o parayı geri ödemeden, mülke yeniden sahip olmuştu. Üstelik bu araziyi sonra bir kez daha sattı. Yani o mülkten iki kez para kazanmış oldu; ama Vakıf hem ödediği parayı, hem de onca çabayla kurduğu çocuk kampını, Hrant Dink'in deyişiyle 'yarattığı Atlantis Uygarlığı'nı kaybetmiş oldu. Şimdi çıkan KHK da, bu işlemden dolayı devletin kasasına para girmediğini, bu nedenle tazminat ödenmeyeceğini söylüyor. Oysa bizzat mülkü ilk sahibine iade etme kararı devlete ait ve haksızlığın kaynağı da o karar.
Şu anda bu tür kaç tane mülk olduğunu bilmiyoruz, ama 36 beyannamesi öncesi veya sonrasında, bu tip haksız uygulamalarla el değiştiren çok sayıda gayrimenkul olduğu kesin. Bu konunun nihai olarak çözümü ise, geçmişteki adaletsizliklerle hesaplaşmayı gerçekten istemekten geçiyor. Atılan adım elbette ki kayda değer, ama gündelik politikalar ve jestler yerine, bir hakkın yerine gelmesi ve devletin sorumluluğunun kabulü dürtüsüyle hareket etmek gerekiyor. Biz henüz oradan çok uzağız..."
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.