Gerilimin ve acının en yüksek noktasında yeni bir hayat ellerimize doğar. Doğan çocuğun hayat çığlığıyla birlikte gerilim ve acı son bulur. Çelişki, gerilim ve yeni hayat… Hayatın garip ama doğurgan döngüsü bu. Hepimiz biliriz bu döngüyü ama çoğunlukla unuturuz. Sancısız doğum isteriz.
Türkiye referandum süreciyle birlikte yeni bir yüksek gerilim içinden geçiyor. Bu yüzden herkesin saçları, tüyleri diken diken. Doğuma kadar bu böyle sürecek. Fakat sonuçta ister ‘evet’çi ister ‘hayır’cı olunsun, sonuç ister hayır ister evet çıksın bu gerilim bitecek ve yerini başka gerilimler alacak. Zira, Türkiye’nin normalleşmesinin önünde (bu ne demekse) pek de kısa olmayacak bir zaman var. Yalnız Türkiye değil dünya için de aynı şeyi söyleyebiliriz.
O halde kısa yüz metre koşusu değil de engebeli bir maraton koşusu içinde olduğumuzu düşünüp nefesimizi idareli kullanmak doğru olur. Daha dönülecek pek çok köşe var zira. Oysa o havada değiliz, önümüze çıkan her köşenin son köşe, son hesaplaşma olduğunu sanarak gücümüzü tüketen bir kavga götürüyoruz. Bu yüzden de birbirimizi ve olan biteni anlamak yerine gard almayı seçiyoruz. Fakat aynı nedenlerle anlamak ve anlatmak yerine gard almayı seçenlerin gardları her köşe dönüşünden sonra düşüyor.
Askerin icazet vermediği bir sivil ilk kez cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduğunda sayısı hiç de az olmayan bir kısım insanlarımız dünyanın sonunun geldiğini sanmışlardı. Bu nedenle de öncesinde, 27 Nisan askerî muhtırasına destek vermiş, gard almışlardı. Şimdi CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları bu gard alışlarının yanlış olduğunu söylüyor. Gardları düştü. Ne var ki hayattan öğrenmeyi, yanlışlardan ders almayı seçmezseniz hüsrana uğramak kaçınılmaz olur. Aynı Kılıçdaroğlu YAŞ nedeniyle yaptığı açıklamada sivillerin askerî teamüllere burunlarını sokamamalarını istemişti. Hükümet burnunu soktu, biz siviller de destek verdik; peki ne oldu dünyanın sonu mu geldi? Batı demokrasilerinde normal olan sivil demokrasiye doğru adım atıldı. Fakat Kılıçdaroğlu anayasa paketinin içeriğini hiç eleştirmeksizin bu kez de “hayır” için gard almaya çağırıyor.
Artık bütün işaretler vesayet rejiminin, militarist devlet yapısının çözülmekte olduğunu gösteriyor. Fakat bu çözülme yaşanırken tersine Kürt meselesinin çözümünde bir donuklaşma, katılaşma yaşıyoruz. Oysa Kürt sorununun varlığı ve Kürt özgürlük mücadelesinin kendisi bu yapının çözülmesinde temel etkenlerden biri. Garip olan bu çelişki. “Garip” sözcüğünü bilerek seçtim, onun yerine tuhaf, “acayip, şaşırtıcı” çelişki de diyebilirdim, demedim çünkü; “garip” sözcüğü “yalnız kalmışlık, ortada kalmışlık” anlamını da içinde taşır. Kanımca Kürt meselesinde çözüm tam da böyle bir garip hâl içinde.
Gelişmenin niye öyle değil de böyle olduğu üstüne elbette söylenen ve söylenecek pek çok şey var. Fakat bin dereden bin su getirsek de görüneni değiştirmiyor, görünen ise sözünü ettiğim bu garip çelişkidir. Oysa referandum sonrasında her iki taraf da ötekini dikkate almak zorunda kalacak. O halde her iki taraf da nefesini idareli kullanmalı.
Bu garip çelişkinin doğurgan yanına gelince; Türk, Kürt, iki tarafta da sorunun çözümünde karar verici iradelerin ataleti ve bu arada yeni şiddet olaylarının uç vermesi, bir Türk-Kürt çatışması ihtimalinin ciddiyetinin görülmesi sivil toplumu harekete geçirici etkiler yarattı. Özellikle Güneydoğu’da gittikçe artan sayıda sivil toplum örgütü iki tarafı da karşısına almadan ama iki tarafa da kendi iradesini dikkate almayı zorlayan yani barış talebini kabule teşvik eden açıklamalar yapmaya başladı. Bu gelişmenin referandum sonrasında daha da artacağını sanıyorum.
BDP’nin boykot kararını yanlış bulduğumu birkaç kez yazmıştım, tekrar etmeyeceğim. Asıl önemli bulduğum yanlış ise bu kararın Kürt hareketi için doğuracağı risklere değgindi. Eğer boykot bekledikleri oranda olmaz ise bu durum, Kürt meselesini “muhatapsız çözme” eğilimini güçlendireceği gibi, her iki tarafta da şiddeti teşvik edici olacaktır. Boykot kararı alındı bir kez, yanlışlığı üstüne vurgu yapmanın anlamı yok. Kararı yanlış bulduğum halde şimdi bu yanlış kararın başkaca yanlışlara yol açmaması için gönlüm boykotun Güneydoğu’da beklenenden düşük değil hayal kırıklığı yaratmayacak bir oranda çıkmasından yana. Çünkü aklım da gönlüm de Kürt halkının ve onun kazanımlarının korumasının yanında.
Sözünü ettiğim riski ortadan kaldıracak daha garantili yol ise referandumda boykotu bir ölüm kalım meselesi olarak sunmamaktır. Mümkünse boykot kararına rağmen tabanı serbest bırakmak yani kararı esnetmektir.
Başka deyişle doğal olanı, sancılı doğumu seçmektir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.