Skalamızın bu bölümü, Feto’nun “Körfez Savaşı’da, Tel-Aviv’e düşen Irak bombaları”yla ilgili yorumları çerçevesinde olacaktır. Zaman gazetesinden –olduğu gibi– aktardığımız aşağıdaki metin, Feto’nun “şefkat” ve “merhamete” dair söyledikleridir. Zahire bakılırsa, “Ne var bunda!” dedirtecek cinsten, ancak hakikatte; 1) O günlerde söyledikleriyle karar kıldığı nokta arasındaki uçurum, 2) Siyah puntolarla belirtilen ifadelerindeki tenakuz ve sakat anlayış...
Evet, “hak vesilelerle batıla ulaşma”nın tipik örnekliğini sergileyen Feto, İslâmî argümanları en hovardaca kullanan ve dibe vurduran bir yapının mimarı ve akıl hocasıdır. Allah’ı, Peygamberi, Kitabı, Hadisi, Siyer’i, Sahabe’yi bu kadar profesyonelce ve nokta atışlarla mermileştiren ikinci bir akım düşünemiyorum. Jest ve mimikleriyle, ağlayış ve sızlayışlarıyla, dua ve beddualarıyla, iğfal ve entrikalarıyla, taktik ve manevralarıyla, takkiye ve taklalarıyla Feto kategorisinde ikinci bir komite veya örgüt gösteremezsiniz. “Cemaat” ya da “hareket” adını taşıyan böylesi komplike ve sofistike, böylesi girift ve esrarengiz bir cemiyeti tasavvur edemiyorum. Sadece bir istisnası var; o da masonlardır...
Feto, masonik örgütlenmenin Müslümanca(!) bir versiyonu, bir izdüşümüdür. Şeytanî bir ruh gibi dünyanın bağrına ve kanına nüfuz eden Masonlar ne ise, onun bir aks-i sureti olan Feto da aynısıdır. Her ikisinin de hinterlandı ve beslenme havzası uluslararası emperyalizmdir; evangelizmdir. Onun için, çözümlenmeleri kadar çözülmeleri de zordur. Kripto ve takkiyeci karakterleriyle, her şart ve zemine uyum sağlayan bu yapılar, hedefleri uğruna nifakın her türlüsüne başvurmaktan çekinmezler. Faaliyetleri, mertçe ve şeffafça değildir; kalleşçe ve sinsicedir. Kurdurdukları ya da kullanabilecekleri paravan örgütleri sahaya sürerlerken, kendilerini hep gizlerler.
Feto, bir şahs-ı manevidir. Tez, antitez ve senteziyle özel laboratuvarların hasılatıdır. İlişkileri itibariyle, beynelmilel bir örgütlenme, bir lobi faaliyetidir. Enlem ve boylamları iyi okunmadan bu örgütün koordinatlarına vakıf olmak zordur. Onun için iyi okunmalıdır. Yazıları, sohbetleri, röportajlarına nüfuz etmeden, onu anlamak zordur. Sathi okumalar, kulaktan dolma bilgiler, derme-çatma analizler, tanımayı değil, polemiklere götürür. Ondandır ki, bu günlere gelinmiştir. Bir taraftan sathi okuma ve yaklaşımlar, diğer taraftan onun ve özel komitesinin nev-i şahsına münhasır takkiyeciliği, Fetoculuğun devasa bir güç olmasında temel faktördür.
Evet, Feto’nun masumane ve meşruiyet görünümlü faaliyetleri, arka boyutunu perdeliyordu. Ayrıntılarda dolanıp duran şeytanı, her kes göremiyordu. Ruhumuza işleyen zahirperestlik, akıl ve mantığa alan bırakmıyordu. Hele de körü körüne olan biat ve muhabbetler, ağır ve temkinli adımlarla yaklaşan tehlikeyi görünmez kılıyordu. Dolayısıyla gelinen nokta, elimizin ve kesbimizin cezasıdır. Yani bindiğimiz dalı, kendi elimizle kesmişizdir. Müslümanların bağrında biten bu ur, sırtına saplanan bu hançer, bize şu dersi vermiştir: “Hareketinizi his ve hevesler değil, akıl ve muhakeme belirlemelidir.”
Gelelim skalaya konu ettiğimiz belgemize... Önce bir belgeyi okuyalım!
Evet, yukarıda belirttiğim gibi, belgenin zahiri yüzü, son derece “masumane” ve buran-buram “şefkat” kokmaktadır. Lakin kazın ayağı göründüğü gibi değildir. Zira sözün haklılığı gibi yerindeliği de önemlidir. Siyah puntoyla işaretlediğim ilk cümlede, “Iraklıların İsrail’e attığı füzeler” ve akabinde “hiç bir günahı olmayan çocuklar” denklemi dikkat çekiyor. Sonrasında ise, “İsrail gerçi zulüm yaptı” gibi dili geçmiş bir tariz cümlesi... “Yapıyor” değil, “yaptı”(!). Ne demek? Ustaca bir algı...
Bir sefer, İsrail’in zulmü, sadece Sabra, Şatilla katliamları değil ki “yaptı” doğru olsun. Onun zulmü, bütün zamanlara şamildir. Kuruluşundan bu güne dek... Ve bu zulüm, Müslümanlaradır, hassaten de mazlum Filistinlilere...
İsrail, Yahudiliğin değil, Siyonizm’in devletidir. Irkçılığa dayanır. Kuruluş ve işleyişini, tahrif edilmiş olan Tevrat belirler. Bu Tevrat, Yahudi, doğrusu Siyonist olmayanların canını, malını, namusunu mubah kılar. Tam bir vahşet tetikçiliği... O konuya girmiyorum; isteyen istediği kadar malumat edinebilir. Feto, bunları bilmiyor değil, lakin emperyalizm ve Siyonizm’le kol kola, kucak kucağa girince, bütün bildiklerine bir format çekmiş ya da çektirilmiştir.
Bir diğer husus, Feto, atılan füzelerin düştüğü yere “çocukları” oturtur; yani masumları. Bu da ayrı bir algı mühendisliği. Nereden biliyor? O anda olay mahallinde miydi? Elbette değil. O halde? Tipik bir İsrail ajitasyonculuğu... Peki, evlerinde, oyunlarında, okullarında, annelerinin kucağında, babalarının kolunda katledilen binlerce Filistinli çocuklara, ne demeli?! Muhakkak olanı perdeleyip, meçhul olanı vitrine taşımak Siyonizm’in maşalığı değil midir?
Evet, zalimler kadar, zulmü perdelemeye çalışanlar da zalimdirler...
Siyah puntolu ikinci cümleye dikkat edelim; yine Fetovarî bir demagoji ustalığı; bunun zımnında mestur olan bir algı mühendisliği... İster istemez demek istiyor insan: “Bu aklı, hangi üst akıldan alıyorsun ey fitnenin başı?” Öteden beri bu memleket evlatlarının zihnine zerk edilen “Araplar haindir, bizi arkadan vurmuşlardır” ya da “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” gibi ırkçı-kafatasçı propagandanın tipik bir örneği... Neymiş? “O Âli devleti, Lawrencelerle birleşip yıkan Şerif’lerin torunlarını Allah şimdi cezalandırıyor. Çünkü onların o günahla ahirete gitmelerini istemiyor”muş(!) Vah, vah, vah! Binler nefrin senin o sakim ve sapkın felsefene!
Buna, “Allah’ı kendi keyfince konuşturmak” ya da “Allah’ı kendi keyfince yönlendirmek!” denilmez mi? İşte Feto tecavüzkârlığın ulaştığı sınır... Feto, çok iyi biliyor ki “Hiç kimse bir başkasının günahından sorumlu değildir.”1 Bu Allah’ın ayetidir, Ali-Veli’nin sözü değildir. Birini işlemediği bir günahtan sorumlu tutmak kadar, bir başkasının günahından sorumlu tutmak da İslâmî, insanî ve vicdanî bir eylem değildir. Peki, 1915’lerde, Çanakkale’de gelip de savaşan Arapların –ki İngiliz şeytanına aldanmışlardır– kabahatini 1991’deki Körfez Savaşı’yla ilişkilendirmek hangi ideolojiye hizmettir? Lawranc’le ittifak kuran Şerif Hüseyin’in cürmünü, torunlarına hamletmek İslâm’ın hangi nassıyla telif edilebilir? Yok, yok; bu olsa olsa Feto’nun ihdas ettiği nevzuhur dinle izah edilebilir...
Neymiş? Allah cezalandırıyormuş(!) Behey gafil, o gün Müslümanların başına inen, yıldırım ve şahikalar değildi; emperyalist ABD ve hempalarının ateş kusan silahlarıydı; yakıp-yıkan bombalarıydı. O Allah ki, “Kulları hakkında asla zulmedici değildir.”2 ABD’nin ve sair Haçlıların vahşetini nasıl Allah’a mal ediyorsun? Bu, emperyalistlerle menfaat ve ideallerdeki birlikteliğinize delalet etmez mi? Yok, “Onların o günahla ahirete gitmelerini istemiyor(muş)” Ya, gerçekten kardinalliğe soyunduğunuz besbelli... İstediğinizi cennete, istemediğinizi cehenneme gönderecek kadar etkin ve yetkin bir “kâinat imamlığı”!...
Feto, “Sonsuz Nur” adlı eserinin birinci cildinde de böyle bir altın yumurta(!) yumurtlamıştı; Şöyle ki: “Bugüne dek Fırat’ın başında dünya kadar katliamlar meydana geldi. Yakın tarihten başlayacak olursak, Fırat’a yakın yerde Irak ve İran katliamı oldu. 1958’de yine Fırat’a yakın bir yerde çok ciddî kıyım yapılarak Allah Resûlü’nün torunları katledildi. Gerçi onlar da Devlet-i Âliye’yi arkadan vurmuşlardı (Men Dakka duka).”3 İşte görüyorsunuz, can çıkar huy çıkmaz misali... Kendi görüşlerini nassların yerine ikame edince, 1915’in kabahatinden 1958’i de sorumlu tutar, 1991’i de. Hem de sıradan Arapları değil, Allah Resulünün torunlarını, yani “seyyidleri” de kirli zihniyetine ve ırkçılığına kurban eder. Neymiş, Devlet-i Âliye’yi arkadan vurmuşlarmış!
Devlet-i Âliye’ye yapılan bir ihaneti Asr-ı Saadet ve Ehl-i Beyt’e yapılanlara nazaran daha bir önemseyecek kadar Osmanlıcı(!) geçinen Feto, onun bakiyesi olan Türkiye için de şu takdis edici ifadeleri kullanmaktaydı. İbretle okuyunuz: “Odamda Türkiye'nin belki 50 ayrı yerinden topraklar var. Mahfazalar içinde. Kâbe'den gelmiş toprak gibi. (Bir başka açıklamasında ‘Hacerü'l-Esved gibi’*). Bunlara bakıp teselli oluyorum.”4 “Vatanımın bir karış toprağını cennetlere değişmem. Şu anda rahatsızlıklarım el verse hemen yurduma dönerim. Ama dönsem dahi artık orada uzun kalabileceğimi de zannetmiyorum... Bu durumda olmak da bana çok dokunuyor ve vatanımdan uzaklık adeta içimi kanatıyor.”5
Ve işte ey Feto’ya körü körüne bağlanmış zavallılar! İbret alınız! Bu sözlerle kendini maskeleyen Feto, bu gün Haçlılarla teşrik-i mesai içindedir. Bırakın “vatan hasretinden içinin kanaması”, vatana da, vatandaşa da kan kusturanların başında yer almış; kan içici vampirlerin saffına iltihak etmiştir. Ve unutmayın, bu uluslararası savaş konseptinin en büyük mağduru, İslâm ve Müslümanlardır. İşte bakın; yerlerde sürünen bir İslâm ve Müslüman imajı... Gör, bil ve uyanınız!
Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir
1 (el-İsra, 15; el-En’am, 164; en-Necm, 38; ez-Zümer, 7; el-Fatır, 35)
2 (Âl-i İmran, 182; el-Enfal, 51; el-Hac, 10)
3 (Sonsuz Nur, c. 1, s. 117, Feza yayıncılık, 1994 )
* (Sızıntı Eylül 2002 Yıl: 24 Sayı: 284)
4 Nuriye Akman Röportajı, 2004
5 (Fethullah Gülen, Kırık Testi;110)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.