Eğer 'İmralı süreci' başarıya ulaşırsa, bu Türkiye tarihi için bir dönüm noktası olacak. Hatta mevzu 'PKK sorununun halledilmesi'nden daha geniş bir bakış açısıyla ele alınır ve Kürt meselesinin nihai çözümü bağlamında başarıya ulaşırsa, en az yüz yıllık kaderimizi etkileyecek bir durumdan bahsettiğimizi söylemek gerekir. Abarttığımı düşünenler Kürt meselesinin çözülmemesinin en az yüz yıldır bu toprakları nasıl etkilediğine bakabilir.
Fethullah Gülen Hocaefendi de mevzuya ilişkin vaazında bu öneme dikkat çekmektedir. Hocaefendi, sürecin 'heyet-i İslâmiye'nin huzurunun temini'ni yakından ilgilendirdiğini vurguladıktan sonra şöyle demektedir:
'Ülkenin parçalanmasına meydan vermemek lazım. Devletimizin bir devlet-i aliyye olması istikametinde yoluna devam etmesini sağlamak lazım. Devletler muvazenesinde muvazene unsuru olmasını sağlamak lazım. Bu kadar vâridâtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz.'
Tarihî açıdan zaten uluslararası bir konu olan Kürt meselesinin bu boyutunun Irak ve Suriye'deki gelişmelerle beraber giderek belirginleştiği bir süreçte, kendi meselesini çözememiş bir Türkiye'nin uluslararası denklemde 'oyun kurucu' güce sahip olması imkânsızdır. Bilakis kendisine 'oyun kurulan' bir figüran haline gelmesi kaçınılmazdır. Son Paris suikastini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Oslo görüşmeleri sürerken, Mart 2010'da Belçika polisinin PKK ofisleri ve ROJ TV dahil 25 yere baskın düzenlemesini, görüşmelere katıldığı bilinen Zübeyir Aydar ve Remzi Kartal'ı gözaltına almasını hatırlayın. Veya geçtiğimiz sene Fransa'nın PKK'ya yönelik Paris'te yaptığı operasyon ve tutuklamaları hatırlayın. On yıllardır nerdeyse 'pürüzsüz' bir şekilde bu ülkelerde barınmalarına, INTERPOL tarafından aranan kişiler dahil sorunsuz şekilde oturum izni almalarına müsaade eden bu ülkeler nasıl olmuştu da bir anda benzerine az rastlanacak geniş operasyonlar düzenlemeye karar vermişlerdi? Bunu sadece Türkiye'nin uluslararası alanda PKK'ya yönelik verdiği mücadelenin bir getirisi olarak okumak gönülleri okşasa da biraz naifçe olacaktır.
19 ve 20. Yüzyıl'da Fransa, Afrika kıtasında pek çok toprak parçasını sömürgeci politikaları içine dahil etti. Başta Cezayir olmak üzere Tunus, Senegal, Nijer, Benin, Burkina Faso, Cibuti, Çad, Gabon, Gine, Kamerun bu ülkelerin içerisinde yer aldı. Başbakan Erdoğan'ın 'Afrika açılımı' çerçevesinde, yanından yüzlerce işadamıyla beraber en az bir kez ziyaret ettiği ülkeler bunlar. Ve Başbakan'ın Gabon ziyaretiyle aynı günlerde bu suikast gerçekleşti. Hemen ardından da Fransa, Mali'ye askerî operasyon düzenledi. Aynı Fransa, binlerce MOBESE kamerası bulunan Paris'in en işlek semtlerinden birisinde, 7/24 izlediği PKK'lıları kimin öldürdüğünü bulamıyor. Tetikçi bulunsa bile olayın aydınlatılması ihtimali oldukça düşük görünüyor.
Yeni Şafak'ın Ankara Bürosu'nu ziyaret eden Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Paris suikastini 'Dehşet verici bir hadise' olarak niteleyip şöyle demiş: 'Dış dinamikler de bu süreci sabote etmek istiyor. Sadece düşmanlar Türkiye'ye zarar vermek, Türkiye'nin bölgedeki hesaplarını boşa çıkarmak, vs. için örgütü kullanmıyor. Dost gibi görünen ülkeler Türkiye'nin bölgesel etkinliğini zayıflatmak için bir şekilde bu sürece olumsuz etki yapabiliyorlar. Bu yüzden bu süreçteki bütün faktörleri hesaba katarak süreci götürmemiz gerekiyor. Burada kategorik olarak dost düşman tanımı yok. Değişen şartlara göre herkes farklı pozisyonlar alabiliyor. Bu yüzden bizim çok uyanık olmamız lazım.'
Evet, ulusalcı elitistlerin başımıza ördüğü çorabı söküp, yüzyıllık bir kamburdan kurtulmak üzereyken hepimizin uyanık olması şart…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.