AKP iktidarının başlarında laikçi kesim “takiye” kelimesini diline dolamıştı. Bu adamların “gizli gündem”i vardı. Memleketi şeriata götüreceklerdi! Kim ne derse desin, böyle bir niyet olmadığını istediği kadar anlatsın, durum değişmiyordu.
Öteden beri birbirinden kopuk yaşayan iki kesim bulunur bu toplumda. Birbirinden kopuk yaşamak, birbirini tanımamak demektir. Ötekini tanımayınca ve zaten ona şüpheyle baktığın için hakkında söylenenlere de inanman kolaylaşır. Laikçi kesimin bu konuda klişesi “Bunlar adamı kör testereyle keser” kelimeleriyle ifade edilirdi. Dindar kesimin de onlar için kendi klişeleri eksik değildi.
Yıllar boyunca oluşmuş bu birikimin üstüne AKP’nin tek başına iktidarı gerçekleşince (üstelik laik kesim 28 Şubat’la Erbakan’dan kurtulmanın tadını tam çıkaramadan), amansız bir psikolojik savaş başladı. Tekrarlamaya gerek yok, bütün darbe girişimlerini, provokasyon planlarını. Ama şu önemli: toplum gitgide önem kazanıyor ve “darbe” gitgide itibar kaybediyor olmalıydı ki “propaganda”ya öncelik veriliyordu.
Bu “propaganda” faaliyetinde “doğru söylemek” diye bir kaygı yoktu.
Geldik bugüne...
Ne olmuş Gezi eyleminde?
Eylemciler camiye girip içki içmişler.
AKP’yi destekleyen medya bunu anlatıyor; ama daha ciddisi, Başbakan da bunu anlatıyor. Mitinglerin “coşku yaratma” motifi haline getirdi bu hikâyeyi. “Kim bu eylemi yapanlar? Bunlar, camide içki içen adamlardır!”
İddianın dayanağının bir fotoğraftan ibaret olduğu anlaşıldı. Fotoğraf incelenince sözkonusu ezik büzük teneke kutunun bira olmadığı da görüldü. Daha önemlisi, caminin bir müezzini var, olayın tanığı da o. “Böyle bir şey görmedim” diyor.
Ama bunlar Başbakan’ın tavrını değiştirmesine yol açmıyor. O gene eline geçirdiği mikrofona “Bunlar camide içki içen adamlardır!” diye bağırmaya devam ediyor. Kadir İnanır’a açıkladığı şekilde, “halkla” konuşurken böyle şeyler söylemesi gerektiği anlaşılıyor.
Bir de “üstüne işenen” kadın anlatılıyor. İğrenç, mide bulandırıcı bir eylem. Olduysa. Ancak şimdiye kadar bunun da somut bir kanıtı çıkmadı. Bir şey diyemeyeceğim.
İddiayı ortaya attıktan sonra, iddianın kanıtını üretmek gibi bir yol da seçilebilir. Teknolojik imkânlar da hazır nasıl olsa.
Başbakan, bu hikâyeleri anlatarak, birçok insana olur olmaz gerekçelerle yüklenerek, kendisine muhalefet edenleri mütedeyyin kitlenin gözünde şeytanlaştırarak, bu toplumun bu ezelî bölünmesine katkıda bulunuyor. Bunca yılın bunca yanlış birikimiyle, bu iki kesim arasında açılmış çukuru derinleştirmeye çalışıyor.
Bütün bu Gezi sürecinin, üreteceği uzun vadeli sonuçlar çerçevesinde, bana en olumsuz görünen yanı bu oldu. Bunun öyle rastlantılara bağlı bir durum olduğuna da pek inanasım gelmiyor. Başbakan, anladığım kadar, bu ayrımın böylece sürmesinden yana. Ayrım ortadan kalkacaksa, onun “vatandaş” dediği kesimin “millet” dediği kesime biat etmesiyle kalkacak. “Herkes benim dediğimi demeye başlarsa, barış olur,” diye özetlenebilecek bir anlayış ve bir tutum bu. Bu anlayış ve bu tutumla, toplumun hangi kesimleri arasında “barış” kurulur, bilemeyeceğim.
“İslâm” ve “teslim”, biliyoruz, aynı kökten türer ama bugünün dünyasında, “Bana teslim olun da barışalım” felsefesinin fazla alıcısı çıkacağını sanmıyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.