Fethullah Gülen cemaati mensupları, AKP hükümetine karşı yürüttükleri mücadelede, demokrasi, hukuk devleti, temel hak ve özgürlükler, şeffaflık gibi evrensel değerleri ön plana çıkarıyorlar. Bu, hiç kuşkusuz son derece olumlu ve takdire şayan bir durum. Fakat yine cemaat mensuplarının işin içine Kürt ve PKK sorunlarını katmaya büyük özen göstermeleri ve bu konular söz konusu olduğunda sürmekte olan çözüm sürecini sekteye uğratabilecek ölçüde sert, spekülatif ve barış karşıtı mesajlar vermeleri kafaları karıştırıyor.
İtirazlar ve spekülasyonlar
Örneğin daha Başbakan Erdoğan o meşhur “paralel devlet“ terimini ilk telaffuz ettiği andan itibaren “bu ülkede tek bir paralel devlet var: KCK“ diye itiraz ettiler. Oslo’da PKK/KCK ile, İmralı’da Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmelerde “özerklik anlaşması“ imzalanmış olduğu iddiasını yeniden seslendirmeye başladılar ve çıkarılmak istenen yeni MİT yasasının amacının bu “gerçeği” gizlemek olduğunu savundular. Anadolu Ajansı’nın Öcalan’dan “bölücübaşı“ diye bahsetmeye son vermesinden duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Nihayet Öcalan’ın yeniden yargılanıp serbest bırakılmasının yasal zemininin hazırlanmakta olduğu yolundaki daha çok MHP çevrelerinden gelen uyarıları sahiplendiler. Cemaat mensupları, kuşkusuz, PKK ve Öcalan ile ilgili spekülasyonları gündemde tutarak hükümeti zor durumda bırakmak istiyorlar.
Fakat diğer yandan Fethullah Gülen’in, kamuoyu karşısına çıktığı son olay olan BBC mülakatında, her ne kadar Öcalan’ın adını anmaktan imtina etmiş ve bazı rezervler koymuş olsa da, devletin İmralı ve Kandil ile görüşmesine karşı olmadığını beyan ettiğini de biliyoruz. Gülen’in daha önce de ana dilde eğitim hakkını savunduğu ve Irak için olsa da “Kürdistan“ kelimesini telaffuz ettiği hatırlandığında cemaatin Kürt ve PKK konularında birbirine zıt politikaları aynı anda benimseyebildiği anlaşılıyor.
“Biz ve onlar”
Cemaat çevrelerinden gelen “devlet PKK, gibi bir tehlike varken neden bizlerle uğraşıyor?“ itirazına yer yer benzeyen bir çıkış dünkü Hürriyet Gazetesi’nde Taha Akyol’dan geldi. Akyol’un “Kazanan kim?“ başlıklı yazısının giriş paragrafı şöyle: “Dehşet verici bir hırsla birbirimizi yiyoruz. Bu kavganın tek kazananı var; Kürt hareketi!“
Akyol’un, bu kavganın tek kazananı olarak Kürt hareketini işaret etmesi doğru, ancak kendisini, Kürt sorunu söz konusu olduğunda bir zamanlar sıklıkla başvurulan ve çözüm süreciyle gözden düşmesini umduğumuz “biz ve onlar” ikileminin dar alanına hapsederek yanlış yaptığını düşünüyorum.
Akyol’un (ve tabii cemaatin) bir diğer yanlışı, Türkiye’de birilerini Kürtlerin (veya Kürt siyasi hareketinin) güçlenmesi ihtimalini öne sürerek herhangi bir şeyden caydırma döneminin çoktan kapanmış olduğunu ya görmemesi ya da kabullenmek istememesi.
Son olarak, Kürt siyasi hareketinin yöneticilerinin bu işten çok kârlı çıkmalarına rağmen cemaat-hükümet savaşından epey tedirgin olduklarını hatırlatmak isterim. Örneğin Kandil’de KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’a “Bu kavgada kim daha baskın çıkabilir?“ diye sorduğumda şu cevabı vermişti: “Kimin baskın çıkacağını bilemem ama ikisinin de hırpalanacağı bir gerçek. İkisi de zarar görecek. Bunlarla sınırlı kalmayacak. Bütün Türkiye’deki toplum zarar görecek.“
Kürtlerde, Kürt siyasi hareketinde ve dolayısıyla Kürt sorununda son yıllarda yaşanan köklü değişimleri esas almadan eskinin ezberleriyle konuşmaktan vazgeçmek lazım.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.