Malum, referandum kampanyası iki algı üzerinde ilerliyor.
Muhalefet referandumu AK Parti'ye yönelik bir güvenoyu oylamasına indirgemeye çalışıyor.
"Evet" oyu isteyenler ve evet oyu vermeye niyetlenenler ise sandığı demokrasi ve anayasayı iyileştirme imkânı olarak görüyor.
Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz bir bakıma...
Zira asıl sorular şunlar:
Değişim istikametinde yola devam mı değil mi? Demokrasi hattında derinleşme mi yoksa duraksama mı?
Hasan Cemal bunun için Kürtlere demokrasiyi hatırlatıyor...
Referandumu kim nasıl algılarsa algılasın, gerek siyasi iklim açısından gerek referandumun çıkacak objektif sonuçları açısından durum değişmeyecektir...
Kabul etmek gerekir ki, 2007 Temmuz koşullarında değiliz...
Gelişmeler o günlere oranla daha karmaşıktır, seçmenin kafasında daha çok soru bulunmaktadır, değişim sürecindeki çatışmalar ve sertlik şüpheleri körüklemektedir.
Türkiye'nin yaşadığı kutuplaşmaya, Ergenekon davası etrafında devam eden yargı tartışmalarına rağmen, muhalefetin "AK Parti PKK ile görüştü" saldırısına rağmen, Avcı'nın kitabıyla da beslenen "şüphe" ortamına rağmen, çıkacak "evet" sonucu, Türkiye'ye yeniden hız ve değişim yoluna meşruiyet katacaktır.
Türkiye'nin yakın geçmiş ve yakın gelecek öyküsüdür bu:
Değişim derinleşiyor, derinleştikçe değişim kavgaları da artıyor.
Bu çerçevede gelişmeler öyle hızlı ki, bir önceki sayfayı çabuk unutuyoruz...
Unutmamak gerek...
Son üç hafta içinde Balyoz iddianamesi, 102 subay hadisesi, Hasan Iğsız meselesi ve 4 Ağustos YAŞ toplantısı yaşandı. Bu olayların her biri değişim sürecinde önemli kilometre taşları oluşturdular.
Bunları görmeden referandum ve 12 Eylül anayasası tartışmasının bir anlamı yoktur.
Nedir bunların anlamı peki?
Askeri düzenden çıkışın hızlanması ve netleşmesidir.
Türkiye'de bu istikamette üç paralel yol kullanılıyor.
İlki "yasama" yoludur. Mevzuattaki vesayet maddeleri ve kanunları temizleniyor, askerin sivil otoriteye bağlı olmasını sağlayacak düzenlemelere gidiliyor.
İkincisi "yargı" yoludur. Yargı ya da "yeni adli refleks" askeri vesayeti bir suç alanı olarak tanımlıyor, bunu yaparken bir zihniyet değişimini ve bir doğal tasfiye sürecini tetikliyor.
Üçüncüsü "idari tasarruf ya da siyasi irade" yoludur.
4 Ağustos YAŞ'ı, EMASYA Protokolü'nün kaldırılmasından sonra bu yolda alınan en önemli mesafe olmuştur.
Askeri otoritenin kanunların önüne geçen fiili durumlar ve yorumlarla kendisini denetime kapaması, özerk bir yapı olarak davranmasının önüne geçilecek ilk somut adım atılmıştır.
Öncelikle YAŞ Kanunu yeniden yorumlanarak yerine oturtulmuştur. YAŞ'ın, kendi yasasında da hükme bağlandığı gibi "görüş bildirmek"le sınırlı istişari bir organ olduğu teslim edilmiştir.
Askeri otorite iç gelişmeleri ve atamaları sadece kuvvet komutanlıkları düzeyinde değil, her aşamada siyasi iktidarın onayına tabi kılınmıştır.
Bu kapsamda ve bu çerçevedeki gelişmeler Türkiye tarihinde ilktir ve ilkesel bir görüntü sergilemektedir.
12 Eylül günü hem anayasa değişikliğini oylayacağız hem bu gelişmeleri onaylayacağız...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.