Başlığı değiştirerek de söyleyebiliriz: Masa başı senaryoları tutmadı.
Esasen Başbakan Davutoğlu’nun, daha Abdullah Gül’ün danışmanlığını yaptığı dönemlerde senaryosunu yazdığı “Stratejik Derinlik” politikasının tutmamasından, söz ediyoruz.
Davutoğlu, geçmiş Erdoğan hükümetlerinin de benimsediği teorik politikaları fiili olarak Suriye Krizi ile birlikte yaşama geçirmeye çalıştı.
Hatırlayın, birkaç yıl önce insanlar Adana, Hatay, Antep, Urfa sokaklarında “ilginç kılıklı insanların” dolaştığını, “mültecilerin” yerleştiği bazı kamplara, yerleşim birimlerine girilemediğini, sınır kentlerine yapılan seyahatlerde uçak yolcularının bir bölümünün “cihada katılmak üzere Suriye’ye gittiklerini” yazıp çizdiklerinde, hiç önemsenmedi. Daha o zamandan belliydi ki Türkiye, bir kısmıyla ideolojik ortak olduğu radikal dinci gruplar aracılığı ile Esad’ı iktidardan götürmeye kendini endekslemişti. Türkiye, Esad gidince Suriye’yi dizayn etme ve istediği biçimde yönlendirme hayalleri de kuruyordu.
İlk etapta Müslüman Kardeşler’le siyaset ortaklığına giren, sonrasında ne olduğu belirsiz Özgür Suriye Ordusu türevlerini hadsiz hesapsız besleyen Türkiye’nin giderek El Nusra’yla ve son olarak Suriye’de de güçlenen IŞİD’le şöyle ya da böyle yol arkadaşlığı yapması, değerlendirmeye muhtaçtır. Türkiye’de siyasetin hesapları çöktükçe radikal örgütlere sarılma durumunun öne çıkması, aslında yönetenlerin içine düştükleri bataklığın zorunluluğu biçiminde de okunabilir.
Görünen o, Türkiye Ortadoğu’ya geç daldı ama hızlı daldı. Bu hızlılığın etkisiyle olacak ki yanlışlarını da hep yanlışla kapatmaya kalktı.
Ortadoğu’da önemli bir aktör olmayı önüne koyan Türkiye, tutmayan masa başı senaryoları sonrasında Ortadoğu girdaplarını iyi bilen aktörlerin ne yapabileceğini de pek hesaplamadı, kendini dev aynasında gördü.
Bir kez daha hatırlayalım...
IŞİD’in ciddi anlamda güç toparladığı dönem, neredeyse Batı’nın, özellikle de ABD’nin Ortadoğu’daki gelişmelere en sessiz kaldığı, izlemekle yetindiği dönemdi. Kanımca bu sessizlikleri yalnız Esad’ı köşeye sıkıştırmak amaçlı değildi. Onlar, Ortadoğu’yu yönetme hayalleri gören aktörlerin politikalarını yüzlerine gözlerine bulaştırmalarını da bekliyorlardı ki öyle de oldu.
Bir kez daha hatırlayalım.
11 Eylül milat olarak değerlendirilmişti.
Klasik karşılaştırmalara hiç gerek yok. “Farklı coğrafyalarda binlerce Müslüman katledildi, Dünya onları görmedi” diyerek hamaset de yapmak gerekmiyor. Belli olan şu, Charlie Hebdo baskını da bir milat oldu.
Daha da ötesi, bu devasa soruna kalıcı ve insancıl çözümler üretilmez ise Charlie Hebdo baskını ile fitillenen ateşin, sessiz kalanları / izleyenleri de yakabileceğini gördük.
Yalnız sessiz kalanları ve izleyenleri mi?
Fitili ateşleyen kanlı örgütler kendilerini yarı yolda bırakması muhtemel destekçilerini de yakabileceğinin işaretlerini verdi.
Birçok kez Taliban- El Kaide ile Pakistan arasındaki ilişkiyi örnek verdiğimi, takip edenler bilir. 1979’da Afganistan’da darbeyle iş başına gelen SSCB yanlısı Babrak Karmal yönetimine karşı ABD ve Batı’nın desteklediği Selefi gruplar, açıktır ki sosyalist iktidarların gelişimini önleme girişiminin bir parçasıydı. 1980’li yılların sonu birçok şeyi değiştirdi. Sosyalist Blok çözülmeye başladı; Ortadoğu’daki jandarmalığı biten Saddam alaşağı edildi; Selefi grupların desteği kesildi...
Bu gelişmeler yaşanıncaya kadar ABD ve Batı’nın arka kapısı olan Pakistan, Afganistan’la beraber radikal grupların savaş alanına dönüştü. Pakistan hala bu örgütlerle uğraşıyor.
Umarım yanılırız ama Türkiye’nin de bu handikaptan kurtulamayacağını hissetmek mümkün.
Örneğin Davutoğlu’nun Fransa’da terörü protesto için diğer dünya liderleriyle sokağa çıkması.
Eminim bu karar çok sıkıntılı alınmıştır. Bir yandan destek verilen örgütlerin kendine döneceğinin yarattığı korku, diğer yandan Batı’nın “Terör Destekçisi” tanımlaması ile resmi biçimde karşılaşma korkusu, Davutoğlu’nu Fransa’ya gitmeye mecbur kıldı.
Artık bu yanlışların görülmesi gerekir; yoksa bedeli çok ağır olabilir.
Peki, çöken politikayı görüp yanlışın neden olduğu zorunluluklardan kurtulmak mümkün mü?
Mümkün!
Bunu yapacak akıl var mı?
Var ama bu Filistin devlet Başkanı Mahmut Abbas ile görüşmesinde 16 Türk devletinin sembolüyle dünyaya mesaj veren bir akılla olmaz. İnce hesap ürünü olduğu açık olan bu hamaset belki içeriyi etkiler ama unutmayalım o etkilenen içeri, potansiyel IŞİD ideolojisini güçlendirmekten başka işe yaramaz.
Artık alternatif yok.
Yoldaşınız ya IŞİD mantalitesidir ya da özgür demokratik yarınları kuracak halkların, inançların, farklılıkların eşit ve demokratik birlikteliğidir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.