Van Bağımsız Milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi Eş Genel Başkanı Aysel Tuğluk’un 29 Ekim’de T24 internet sitesinde yayımlanan, “Kobane’den sonra çözüm süreci ve AKP’nin tükenişi” başlıklı yazısı bir tartışma başlattı. Tuğluk iktidarı hayli kızdırdı ve kendisine bu cenahtan “darbecilik” suçlamaları yöneltildi.
İthamların nedeni aşağıdaki paragraftı:
“Ne zaman AKP’ye yönelik eleştiriler çoğaltılsa hemen ‘öyleyse süreç bitecek mi?’ diye soruluyor. Hayır, kesinlikle barış sürecini bitirmekten söz etmiyorum. Ama açıkça belirtmek gerekiyor ki AKP kesin bir biçimde partner olmaktan çıkmıştır. Zira IŞİD kartı ile sürece karşı en büyük komployu kurdu. Bu açıdan süreç konusunda devletin geleceğini düşünenler ve seküler güçler hızla sorumluluk almalıdır.”
Tuğluk’un son paragrafı da şöyleydi:
“AKP çizgisi Kobane önlerinde ideolojik rengini ve bitişini çok net sergiledi. Tezkere alayı-valasıyla ömrünü uzatma çabasındadır. Ancak ideolojik olarak tükenmiş gerici bir çizginin uzatmaları olabilir ama bitişi kaçınılmazdır.”
“Seküler güçler sorumluluk almalıdır” dediği için AKP medyası Tuğluk’un “darbecileri göreve çağırdığını” iddia etti...
Tuğluk’a en üst seviyeden tepki Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi. Erdoğan 2 Kasım’da İstanbul’daki bir ödül töreninde Tuğluk’un hakkında adını vermeden şunları söyledi: “...Bir gün bakarsınız ırkçılıktan şikayet ediyor, bir gün de bakarsınız kendisinden nefret eden ırkçılardan darbe dileniyor”.
Son olarak Tuğluk önceki gün BirGün gazetesinde yayımlanan söyleşisinde “seküler güçler” derken kimleri kastettiğini açıkladı:
“El insaf! Seküler güç deyince akıllarına sadece ordu geliyor. Oysa Gezi Hareketi var, Alevi toplumu var. Barışseverler, demokratlar, farklı inançlar, kültürel olarak inancını yaşayanlar, azınlıklar ve diğer tüm ötekiler, muhalifler var. Var da var yani. Esas seküler güç bunlar.”
Ordunun tarihi ve kültürü ile “seküler” bir kurum olduğunu biliyoruz. Görevinin tanımı gereği silahlı olması nedeniyle de bir “güç” elbette.
Ordu hem “seküler” hem de bir “güç” ama bu iki sözcüğü yan yana getirip bu kurumu “seküler güç” ilan etmek mümkün değil. Çünkü ordunun mevcut rejimde bir siyasi aktör gibi davranma gücü ve zemini yok. Askeri vesayet devam etseydi, ordunun bu şekilde siyasileşmiş silahlı kuvvetine demokrasi dışı bir seküler güç olma özelliğini atfetmenin mesnedi bulunabilecekti.
Askeri vesayet sona erdiği için ordu “seküler bir güç” değildir.
Ayrıca, Tanrı Türkiye’yi askerin bir seküler güç olarak süreç konusunda devletin geleceğini düşünerek alacağı herhangi bir sorumluluktan da korusun!
Tuğluk’un çözümün “partneri” olmasını umduğu kesimler sekülerdirler ama “sürecin” AKP gibi güçlü bir muhatabı karşısında dengeleyici ve yola sokucu bir “siyasi güç” meydana getirmiyorlar.
Tuğluk ana muhalefeti zaten çözüm ortaklığı yapmaya yeter vasıfta bir “seküler güç” olarak görmüyor.
Türkiye’de bugün solda ve hatta sağda iktidara alternatif, çoğulcu ve kapsayıcı seküler güçlerin mevcut bulunmayışı, Kürt sorununun çözümü ve demokrasi krizinin aşılması konusunda iyimser olmamızı güçleştiren en büyük nedendir.
Kürt sorunu bir demokrasi sorunudur ve siyasal İslam Türkiye’yi demokrasiden hızla uzaklaştırırken Kürt sorununu çözemez.
Baskı rejimi, koyulaştığı nispette yurtta ve dünyada meşruiyet kaybını, Türkiye’de kaosu ve iç çatışmaları beraberinde getirmektedir. 2013’ten beri bunu yaşıyoruz.
Eski şeytanları diriltmemenin ve Türkiye’yi felaketten uzak tutmanın tek yolunun demokratikleşmeden geçtiğini iktidara ve muhalefete artık sürekli hatırlatmak gerekiyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.