Suriye ordusu, Akdeniz’de F4 uçağının düşmesinden sonra Türkiye ile sınır bölgelerinden uzak duruyordu ancak, Halep’te 2 haftalık bombardımanda üstünlük sağlayan Suriye ordusu, bu kez Azaz ve Menbej gibi sınıra yakın bölgelere saldırmaya başladı. Ankara’da, Esad’ın Türkiye’yi “test etmek” gibi tehlikeli bir kumar oynadığı ve Halep’e kadar muhaliflerin kontrolündeki “kurtarılmış bölgeyi” dağıtmak istediği düşünülüyor
Bundan 2 ay önce, 22 Haziran günü hava kuvvetlerine ait bir F4 uçağının Suriye yakınlarında düşürülmesi birçok yorumcu tarafından Türkiye’nin artık Suriye krizine doğrudan müdahil olacağının sinyali sayılmıştı. O zaman bu zamandır Ankara, Suriye ile askeri mücadeleye girmedi. Ancak, o tarihten sonra muhaliflere verilen lojistik destek, gözle görülebilir biçimde arttı.
Daha da önemlisi, Başbakan Tayyip Erdoğan TBMM kürsüsünden, Genelkurmay’ın sınır bölgelerinde “angajman kurallarını” değiştirdiğini açıkladı.
Hiçbir zaman ismi konmasa da değişen angajman kurallarının en kritik unsuru, Türkiye’nin sınırdan 10 kilometrelik bir şerit üzerinde adı konmamış bir “uçuşa kapalı bölge” oluşmasıydı. Ankara, yaklaşan Suriye helikopterlerini “scramble” adı verilen bir metotla sınırdan uzaklaştırarak adı konmamış bir tampon bölge yarattı. Kısa zamanda Türkiye’nin yarattığı hava koridorundan faydalanan Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), domino taşı gibi Kilis’ten Halep’e kadar uzanan tüm şehirlerde hâkimiyet kurdu.
Peki, ne oldu da 2 aydır Türkiye’ye yaklaşmaya cesaret edemeyen Esad güçleri, son bir haftadır yeniden sınır bölgelerine yoğunlaştı?
Geçen hafta Kilis ve Halep arasındaki en büyük yerleşim yeri olan Azaz’ı bombalayan Suriye ordusu, 100’e yakın sivilin ölümü ve onlarca yaralının Türkiye’ye kaçmasına neden olmuştu. Azaz’da durmayan Suriye hava kuvvetleri, kente 5 yakınlıktaki Ming ve dün de Türkmenlerin yoğunla yaşadığı Menbej’i bombaladı.
Türkiye’yi test mi ediyor?
Azaz bombardımanında bu yana Ankara’da yapılan değerlendirmelerde, “Suriye neden bir anda cesaretlendi? Türkiye’yi savaşa mı sokmaya çalışıyor? Yoksa hodri meydan diyerek Ankara’nın sınır bölgesini koruma iradesini ‘test etmeye’ mi çalışıyor?” gibi sorular masaya yatırıldı.
Milliyet’in görüştüğü hükümetin Suriye politikasının şekillendiren isimler, Beşar Esad’ın Türkiye’yi savaşa sokmak yerine Ankara’nın ‘askeri sabrını’ test etmek ve tamamen muhaliflerin kontrolüne geçen Kilis’ten Halep’e kadar uzanan ‘kurtarılmış bölgeyi’ ‘geri almayı’ hedeflediğini söylüyor.
Başta Azaz olmak üzere Türkiye sınırına yakın bölgeler, halihazırda Suriye muhalefetinin lojistik üssünü oluşturuyor. Her ne kadar ÖSO Suriye’nin farklı bölgelerine dağılmış otonom yerel gruplardan oluşsa da, hareketin en önemli komuta merkezinin bu bölgede olması ve Suriye’ye giren cephane ve silah sevkiyatının öncelikle bu bölgeye gelmesi, Azaz’ı Esad rejimi açısından bir numaralı hedef haline getiriyor.
Halep’te üstünlük sağlandı
Yetkililere göre Suriye’nin Türkiye sınırına yönelik saldırıların artmasının bir başka nedeni de, Esad birliklerinin Halep’e yönelik 2 haftalık hava bombardımanı sonucunda muhaliflere karşı bir psikolojik üstünlük edinmiş olması.
Suriye ordusunun ülkenin büyük bölümünde kontrolü kaybettiğini, halihazırda rejimin belkemiğinin sadece hava kuvvetleri ve Mahir Esad’a bağlı 4. Zırhlı Tümen olduğunu belirtti. Buna karşın rejimin, Humus, Dera ve Hama’da olduğu gibi Halep’te de muhaliflerin güçlü olduğu yerleşim merkezlerini haftalar boyu bombalamaktan çekinmemesi, muhaliflerin taktiksel olarak Halep’den çekilmesine neden olmuştu. Böylece geçen hafta ÖSO, Halep’in Selahaddin bölgesini kontrol eden 4 bin civarındaki milis gücünü kısmi olarak geri çekmişti. Üst düzey kaynaklar, Halep’te alan hâkimiyeti sağladığını düşünen Suriye ordusunun bu kez aynı formülü Azaz ve diğer yerleşim merkezlerinde uygulamak istediğini düşünüyor.
Ankara’nın planı
Bu arada Ankara, Esad’a bağlı hava kuvvetlerinin sınıra ne kadar yaklaşmasına izin vereceği henüz netleşmedi. Azaz’ın daha önce kamuoyuna ve Türkiye’nin müttefiklerine deklare edilen 10 kilometrelik gayri-resmi ‘uçuşa kapalı bölgenin’ tam sınırında olması, Ankara için zor bir durum teşkil ediyor.
Tercihen Türkiye, Suriye’de tek başına bir girişimde bulunmak yerine uluslararası meşruiyet çerçevesinde Arap ülkeleri ve ABD gibi Batılı müttefikleriyle hareket etmek istiyor. Ankara ayrıca Halep bölgesinde artan El Kaide faaliyetlerini kaygıyla takip ederek, şu aşamada bölgeye yapılan silah sevkiyatında uçaksavar gibi ağır silahların sınırdan geçerek radikal grupların eline geçmesini engellemeye çalışıyor. Bu çerçevede Türkiye ve ABD arasında oluşturulan ortak çalışma grupları da, Suriye’yi ‘ağır silahlara boğmak’ yerine ÖSO’nun komuta kontrol mekanizmasını geliştirmek ve ülke içinde radikal olmayan ve düzenli geçişe imkan verecek unsurların öne çıkmasını sağlamak istiyor.
Üst düzey kaynaklar, Ankara’nın Suriye ile doğrudan savaşa girmeye ya da bu ülkeye girmeye niyeti olmadığını, ancak bombardıman uçaklarının Türkiye’nin daha yakınına gelmeleri durumunda diplomatik ve askeri olarak farklı tedbirleri masaya yatırabileceğini belirtti.
Böyle gideceksen hiç gitme...
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in Hakkâri gezisinin fotoğraflarını şöyle bir koyun önünüze. Nereden baksanız utanç verici.
Bir Bakan, hem de İçişleri Bakanı, kendi ülkesinin bir köşesinde adeta işgal gücü, düşman gibi algılanıyor, taşlanıyor. Bir Bakan, hem de İçişleri Bakanı, kabinenin en önemli isimlerinden biri, gövde gösterisi yapmak için gittiği ilde internet kafeye saklanmak zorunda kalıyor. Bir Bakan, hem de İçişleri Bakanı, ”teröristleri yendik” mesajı verme hayaliyle gittiği ilin çarşısında, koruma ordusu, özel harekatçılar, keskin nişancılar ve asker olmadan iki adım atamıyor.
Eğer tablo buysa, herkesin şapkayı önüne koyup düşünmesi lazım. Hamasi nutuklar atmak, Twitter’da saydırmak kolay da, hükümetten kimse, bu resimlere bakıp, nerede hata yaptık da Hakkâri’yi kaybettik demiyor mu?
Ankara’nın Kürt meselesinde son bir yıldır götürdüğü strateji, bana göre bir Rus ruleti. Birilerinin “konsept” diye hala pazarlamaya çalıştığı politikanın, ne ahlaki ne de “akılcı” yanını bulabilmiş değilim. Hissi ve anlık kamuoyu yoklamalarıyla yönlendirilen adımlar bunlar. Türkiye’yi geçmişte büyük açmazlara sürükleyen bir zihniyetin yeniden hortlaması gibi geliyor bana ve fikrine güvendiğim herkese...
“Efendim memleket bu kadar şehit verilirken, sen şimdi çıkıp teröristleri mi savunuyorsun?” dediğinizi duyar gibiyim.
Hayır terörü savunmuyorum, asker dahil masum insanlara yönelik şiddeti kınıyorum. PKK’nın ne olduğunu, ne yapmaya çalıştığını ben de biliyorum.
Ama kimseye hayrı olmayan, iflas etmiş politikaları koro halinde alkışlamak niyetinde de değilim. Memleket topyekün bir beyin yıkama seansına girdi diye, bildiğim doğrulardan mı şaşayım? Gerçek şu ki:
1- Türkiye bu noktadan sonra Kürt meselesini askeri yöntemlerle değil barışçıl bir siyasi çözüm çerçevesinde halledebilir.
2- Kürt meselesini çözmeyen Türkiye kolu kanadı kırık kalır; Orta Doğu’da hak ettiği liderlik rolünü oynayamaz.
Şimdi, duymak istemiyorsunuz ama, gelelim Hakkâri gerçeğine.
Son seçimlerde BDP’nin Hakkari’de %79 oy aldığını biliyor musunuz? Peki, 2009’da %80 oy aldığını? Kabul edelim ya da etmeyelim, PKK’nın Türkiye’nin güneydoğusunda belli bir toplumsal tabanı var. Hakkâri en güçlü olduğu yer.
Peki, Sayın İçişleri Bakanı, bu kadar zamandır insanlara hakaret ederken; “dinsiz”, ”Zerdüşt” derken; 8 bine yakın insanın KCK davasından içeri alınmasını savunurken; seçilmiş belediye başkanlarını terörist diye görevden alırken, Hakkarilinin kendisini bağrına basmasını mı bekliyordu?
Bu yol, yol değildir. Hüseyin Aygün’ün ‘genç çocuklar’ sözünü hazmedemiyorsak, daha çözümden çok uzağız demek. Türkiye Kürt meselesini gövde gösterisiyle, hakaretle değil, daha rasyonel, daha insani temelde halletmek zorunda. Demiştiniz ya “Analar ağlamasın...” diye. Hah işte öyle.
Neden biliyor musunuz? Başka bir seçenek olmadığı için...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.