Şu son Davutoğlu hikâyesi önemli mi, değil mi, insan karar vermekte zorlanıyor. Türkiye’de solun İslâm ile ilişkisi üstüne bir çizgi tutturmuş gidiyorken, onu ertelemeyi gerektirecek kadar önemli mi?
İlk bakışta değil gibi geliyor, çünkü böyle olayları kanıksadık. Tayyip Erdoğan, şimdiye kadarki davranışlarıyla, bu son olayın o kadar fazla kopyasını zaten seyrettirdi ki, “Bütün olanlardan sonra bu da olmuş, olmamış ne fark eder?” diye düşünüyor insan.
Ama Tayyip Erdoğan’la edindiğimiz alışkanlıkların dışına kendimi çekip (çekebiliyorsak) “Yahu, ne oldu?” diye düşününce, olan şeyin hiç de normal bir şey olmadığı ortada. Dünyada siyaset denen faaliyet biçimi böyle yürümüyor. Benzeri yok bunun.
Zaten dünya basını yazıyor, yorumlarını yapıyor. Biri diyor ki Davutoğlu’nun “vize” konusunda elde ettiği başarı Erdoğan’ı kızdırmış; öbürü diyor ki kendisi Obama’dan görüşme koparana kadar akla karayı seçmiş, oysa Davutoğlu hop diye koparmış randevuyu. Bunlar doğru mudur, değil midir, benim bilmeme imkân yok. Ama dünyanın en tanınmış, ciddi gazeteleri bunları yazıyorsa, bu zaten yeter.
Bunun bir benzeri dünya yok.
Ama zaten Erdoğan’ın gözünde dünyanın önemi yok. Nitekim bu olayla birlikte “Siz kendi yolunuza, biz kendi yolumuza” dedi; bence Avrupa Birliği ile ilişkiyi kesin olarak bitirdi. En azından, Tayyip Erdoğan ortaklıkta bir yerlerde oldukça öyle bir ilişki söz konusu olamaz.
Tayyip Erdoğan Padişah olarak, Sadrazam’ını çağırdı, “Mühürü geri ver” dedi. Şimdi onu uygun bulduğu bir başkasına verecek.
Davutoğlu da Osmanlı hayranlarının başında geldiğine göre, bu muameleye uzun boylu itiraz etmez, edemez, sanırım. Osmanlı padişahı mühürü alırken kellesini de alırdı. Kellesi Davutoğlu’na kaldı, bugünkü koşullarda. “Aramızda milim fark yok” demişti. “Milim” de gavur icadı bir ölçüdür. Osmanlı ölçüsünde bir milime kaç arşın sığdığını uzun uzun düşünebilir şimdi Davutoğlu.
Kavga çıkarmayacağına, geçimsizlik etmeyeceğine teminat vererek gitti, Davutoğlu. Ardından Tayyip Erdoğan, “kararının” kendisi için hayırlı olmasını diledi. Oysa Davutoğlu, “Bu benim kararım değil” demişti. Ama Erdoğan, “Senin kararın” diyor. “Hayrını gör” diye de ekliyor. Ne olsa bir Cumhurbaşkanı’nın bir Başbakan’ı böyle azletmesi bir skandal. Onun için “Bunun sorumluluğu sende. Al ve kabul et!” diyor. Yani Davutoğlu’nun çilesi makamı bırakıp gitmekle de bitmedi.
Erdoğan’ın iradesine boyun eğmenin sonu yok. Erdoğan’ın kendine biçtiği “irade kullanma” alanının da sonu yok.
O bakımdan bu olay “öğretici.” AKP içindekiler, “efsane lider”lerini hoşnut etmek için yapmaları gerekeni şöyle bir düşünebilirler. Hoşnut etmeyi başaramadıkları zaman başlarına gelecekleri de şöyle bir düşünebilirler-düşünmeye başlamışken.
Yetkilerini alma “küçük düşürmesi”, bütün bir toplum önünde… Pelikanlara maskara olma keyfiyeti…
Bir de ilginç durum var: Ne olsa, ne bitse, bütün olaylar, Tayyip Erdoğan’ın ne kadar haklı olduğunu gösteriyor; her şey orayı işaret ediyor; her şey Erdoğan’ın taleplerini alkışlıyor.
İşte şu, dünyada benzeri olmayan olay oluyor; bu olayla birlikte Tayyip Erdoğan, “İşte, başkanlık siteminin ne kadar gerekli olduğu görüldü” diyor. Bunu Tayyip Erdoğan’la hemen yanındaki çevrenin “gör”düğünü anlıyoruz, zaten biliyoruz da, başka kim tarafından “görüldü” acaba?
Olan olay, bir kişinin “Benim iktidarımı hiçbir irade sınırlayamaz” diye dünyaya meydan okumasının ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu gösteriyor. “Görülen” bu.
Ama Tayyip Erdoğan bakıyor ve bambaşka bir şey görüyor.
Bir nokta daha var; Tayyip Erdoğan halk oyuyla Cumhurbaşkanı seçileli beri devam eden bir şey:
Tayyip Erdoğan “Cumhurbaşkanı” seçimine girdi ve kazandı. Bunun bir “seçim”e bağlanması zaten daha önce gerçekleşmiş bir yasal değişiklikti. O değişiklik, Cumhurbaşkanı’nın nasıl seçileceğini belirledi; ama Cumhurbaşkanı’nın konumunu, kurallarını vb. değiştirmedi.
Buna rağmen Tayyip Erdoğan “Ben halkın seçtiği Cumhurbaşkanıyım” diyor ve sanki Cumhurbaşkanlığının davranışlarını belirleyen kurallar da değişmiş gibi davranıyor. Bir yandan da herkesten önce ve herkesten sık, gene kendisi, “Bu kurallar değişmeli” diyor. Yani varolan kurallara göre yapmaya hakkı olmayan işler yaptığını kendi ağzıyla teslim ediyor.
Bunları yapan, bunları söyleyen bir Cumhurbaşkanı’mız var. (Elimizle seçtik) “Bu toplumu bana uydurun!” diye emir yağdırıyor.
O zaman adamın biri bu adaleti yerine getirmek için adliye dışında Can Dündar’a kurşun sıkıyor. Mademki keyfilik esastır, onun da çorbada tuzu bulunsun. Çünkü sonra adliyeden içeri giriyorlar. Bu sefer Can Dündar ve Erdem Gül’ün üstüne beş yıl sıkılıyor.
Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’sinde yaşamaya devam ediyor ve Danıştay, Yargıtay yeniden kuruluyor…
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.