Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , “İstiklal Savaşı” kod adıyla yürüttüğü, kendinin ve yakın çevresinin ikbal ve istikbal mücadelesi dışında artık hiçbir şey düşünemez oldu. Bu mücadeleyi her biri olağanüstü hal rejimi uygulamaları olan ve bir türlü sonu gelmeyen müdahalelerle yürütüyor. Bunların bitmesi mümkün değil, çünkü şüphe ve korku artık Başbakan’ın beynini bir kurt gibi kemiriyor, akli melekelerini esir alıyor. Bundan sonra Tayyip Erdoğan siyasette ne sıfatla kalacak olursa olsun, bütün yaptıkları gayrimeşru ya da yasadışı yapılmış işler konusunda savunma duvarında açılan gedikleri kapatma uğraşının bir parçası olarak değerlendirilecek.
Başbakan’ın bir medya ve ihale şebekesi sisteminin merkezinde yer aldığının yıllardan beri kulaklara fısıldanan yaygın bir bilgi olmasıyla, bunun, kendisinin de inkâr edemediği son derece somut delillerinin kamuya mal olması arasında, son derece önemli bir fark var. Bundan sonra bu konuda çok daha fazla delil, iddia ortaya atılacak olması kuvvetle muhtemel, çünkü korku perdesi yırtıldı, tüm haşmet ve kibri içinde sultanın tökezlediğini herkes gördü. Güç siyasetinin iniş ve çıkışlarını bilen Başbakan da bunun ne anlama geldiğini gayet iyi biliyordur. Beynini kemiren kurt işte bu.
Başbakan’ın bu mücadele için harcadığı enerjiyi, almaktan çekinmediği “cesur” kararları, bir emir kulu ordusu görünümü veren AKP’nin Meclis’ten yıldırım hızıyla geçirdiği yasaları görünce, bu güç bu toplumun asli sorunlarını çözmek için iyi şeyler yapmak istese, kim ve nasıl buna engel olabilir ki sorusu akla ister istemez geliyor. Ama belli ki, eldeki malzemenin niteliği buna izin vermiyor.
Bugün bu bağırış çağırış, katmerleşen kaos ortamında iktidar, Kürt sorununun çözümü konusunda “çok laf az iş” yöntemini de bir kenara bırakmış, “ne laf ne iş” çizgisine çekilmişe benziyor. İktidar partisi ve özellikle Başbakan, sanki insanların çığırlarından çıkmasını, düşünme yeteneklerini yitirmelerini ve bu sayede “alternatifi olmayan kurtarıcı” konumunun sürüp gitmesini arzuluyor.
Muhalif cephe
Doğrusunu söylemek gerekirse, Kürt siyasal hareketi dışında, AKP’ye muhalif cephede de durum son derece kaotik. Bugün muhalefetin ağırlıklı kanatları, yolsuzluk iddiaları dışında bir siyaset geliştirmekten aciz. Çünkü çok farklı değer ve siyasetlere sahip bu muhalif cephenin bugün yanyana durmasını sağlayan yegane tutkal, yolsuzluk dosyaları; yegane motivasyon, AKP’ye karşı duydukları varoluşsal nefret. Ama Türkiye toplumunun geleceğinin önünde dikilen büyük engellerin aşılması konusuna gelince bu muhalefet susuyor. Bu konularda cephenin hızla dağılacağını herkes biliyor. Örneğin muhalefet, Kürt sorununun çözümü yönünde AKP’nin atmadığı adımları açıkça talep etmekten, Kıbrıs’ta başlayan görüşmelerin federatif yapıda bir birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasıyla sonuçlanması için AKP hükümetini daha fazla sıkıştırmaktan imtina ediyor. Hatta büyük bir bölümü, Kıbrıs’ta görüşmelerin başlamış olmasından memnun değil gibi.
Ve BDP
Bugün Türkiye’de soğukkanlı ve iyi hesaplanmış ve siyasal alanda etkili siyaseti BDP izliyor. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, son grup konuşmasında, süreci bitirmesi için Kürtlere açık ya da örtük çağrıda bulunanlara, AKP’yi yıpratmak için bunu kışkırtanlara, sağduyulu ve sade bir yanıt verdi. “Bu kadar savaş sevdalısıysanız, kiminiz PKK , kiminiz TSK saflarında, buyrun savaşa” dedi. Kendilerinin ise kararlılıkla barış patikasında ilerleyeceklerini, bu provokasyonlar nedeniyle sürecin bitmeyeceğini belirtti. Ve ardından esas önemli noktaya değindi: “Süreç biterse, AKP’nin adım atmaması nedeniyle bitecektir.” Ama hem Kürtler eşitlik mücadelesini kazanamayacaklar hem de çatışma başlayacak ve AKP iktidarda kalamayacak diye hemen sevinecek olanları uyarırız. Bir kez daha hüsrana uğramaları ihtimali yüksek.
Görüldüğü kadarıyla, BDP seçim sonrasında yeniden başka bir seçim dönemine girileceğini ve bunun böyle yıllarca süreceğini görerek, şiddet yöntemlerine, silahlı mücadeleye başvurmadan, Türkiyeli Kürtlerin kazanımlarının fiiliyata dökülmesi mücadelesi vermeye hazırlanıyor. Silahların susmasının en büyük kazanımı, gençlerin ölmemesinin yanında, Kürtlerin siyasal alanda varlıklarının ve taleplerinin meşruiyetinin geri alınamaz biçimde yerleşmesi oldu. Bunun sadece BDP değil, açıkça çok fazla dile getirmeseler de PKK yöneticileri de farkında. Demirtaş, Diyarbakır’daki konuşmasında, “halkın kendini yönetebilme anlayışının (...) belediyeler tarafından fiilen hayata geçirilmesi aşamasına gelindiğini” belirtti. Halkın kendi anadiliyle hizmet alması için atılacak adımları devletten beklemediklerinin altını çizdi. “Ders kitaplarımızı kendimiz basacağız, her dilde matematik kitabımız da olacak, coğrafya kitabımız da (...) Son derece meşru ve haklı temellere dayanan, bir halkın kendini yönetme, kendi diliyle, kültürüne, yaşama hakkına sahip çıkma meselesi” olarak tanımladığı gelecek adımların aktörü yerel yönetimler olacak. BDP, şiddetsizlik ve barış yolundan sapmadan, Türkiyeli Kürt kimliğinin kazandığı ve geri alınması artık mümkün olmayan tanınma ve meşruiyet zemini üzerinde yakın geleceğin politikalarını hazırlıyor.
Ne kadar farklı iki tablo, değil mi? Bir yanda artık kendi ikbal ve istikbalini savunmaya kilitlenmiş, özgüven kaybı yaşayan bir iktidar bloğu ve gözü sultanın tökezlenmesine kilitlenmiş ama kendisi münhasıran iktidar alternatifi olamadığı için siyasal inisiyatif üstünlüğünü alamayan bir muhalefet karması var. Diğer yanda ise kazanımlarını adım adım yerleştiren, mücadelesinin haklılığının verdiği özgüvenle hareket eden Kürt siyasal hareketi. İktidarın beynini kemiren şüphe ve korku kurdu, Türkiye’de Kürt siyasal hareketine şimdi geniş bir siyasal inisiyatif üstünlüğü olanağı veriyor. İktidar kendi varlığını savunmaya teksif oldukça, bu inisiyatif üstünlüğü daha da genişleyip güçlenecek. Yeter ki Kürtler, barışçıl çözüm patikasını terk etmeye çağıran menfur kışkırtmaları duymamazlıktan gelmeyi başarabilsinler.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.