“Örgütün çocuk kaçırdığı” iddiası üzerine bina edilen kampanya, çatışma dönemlerinin psikolojik harp taktiklerine dönme sinyali veriyor.
Çözüm arayışında yaşanan tıkanmayı görmeyip Kürtlerin cumhurbaşkanlığı seçiminde en azından ikinci turda Erdoğan’ı desteklemek zorunda kalacakları propagandası, Nasrettin Hoca’nın testi kırılmadan kızını dövme fıkrasına benzemektedir.
HDP açısından cumhurbaşkanlığı seçimi iki kritik önceliğe sahiptir. Her ikisi de barışla ilgilidir. Birincisi mevcut diyalog yolu ile çözüm konseptinin gelişmesi dahası kalıcı kurumsal niteliğe kavuşmasıdır. Erdoğan’ın iki dudağı arasına sıkışmış bir durumdan çıkılıp diyalogun devlet politikası haline dönüşmesi cumhurbaşkanlığı seçimi ile doğrudan ilişkilidir. Çözümü Erdoğan’ın siyasi geleceğine endekslemek arabayı atın önüne bağlamaktır.
İkinci önemli nokta HDP’nin Türkiye toplumuna ulaşma imkanı yakalamasıdır. Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası bu açıdan fırsata dönüştürülebilir.
Türkiye toplumunun ana gövdesini oluşturan çoğunluğa hitap edebilmek, ardından gelecek genel seçimin de alt yapısını örgütleyecektir.
Erdoğan’ın metal yorgunluğuna dönüşmüş değişmesi imkansız tavırları, bir iç kanama ile siyasi ömrünün bitmesi potansiyelini de içinde taşımaktadır.
Demokrasi, bir ülkenin kaderinin kişilere mahkum olmamasıdır. Kürt sorununun barışçı çözümü Türkiye’nin demokratikleşmesine bağlı ise Erdoğan’ın kendisi bu sürecin güvencesi değil engeli haline gelmiştir. Askeri vesayetin geriletilmesinde oynadığı rol geri tepme aşamasına girmiştir. Muhaliflere yönelik polis şiddetini kutsayacak noktaya gelmesi her şeyi ortaya koymaktadır.
Rojava’da uygulanan politika da bunun tamamlayıcısı niteliğindedir.
Kürtler alternatifsiz değildir. Erdoğan bir alternatif değildir.
Erdoğan vazgeçilmez olmadığı gibi Kürtler de çaresiz değildir.
Ortadoğu’da çözüm krizin tavan yapması ile yakalanır.
Türkiye içine sürüklendiği gerilimden çözüm enerjisi çıkarabilecek toplumsal ve tarihi dinamiklere sahiptir.