Şubat ayı başında sosyal medyada KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık’ın “Erdoğan bize Kürt devleti sözü verdi. Biz Erdoğan’ı ve AKP’yi destekliyoruz. Bu nedenle silahları susturduk ve eylemsizlik kararı alarak sınırın dışına çekildik” dediği yolunda yoğun bir kampanya yürütüldü.
Tamamen yalandı. Çok iyi biliyorum, çünkü bu kampanyayı yürütenler inandırıcı olmak için, Bayık’ın bu sözleri ocak ayı sonunda Kandil’de yaptığımız söyleşide söylediğini belirtmişlerdi. Söyleşiyi okuyanlar bu cümlelerin hiçbir şekilde olmadığını rahatlıkla görebilirdi.
Bu kampanya yalan olmanın dışında aynı zamanda “yanlış“tı. Çünkü “PKK’ya, Öcalan’a özerklik sözü verdi” diyerek Başbakan Erdoğan’ın popülaritesini düşüreceğini, bu tür iddiaların ona kaybettireceğini düşünmenin hiç de akıl kârı olduğunu sanmıyorum. Hatta tam tersini bile ileri sürmek mümkün: Bu tür aleyhte propagandalar AKP liderinin pekâlâ elini daha da güçlendiriyor olabilir.
Dört gerekçe
Neden böyle düşündüğümü 4 maddede açıklamaya çalışayım:
1) Gerek 12 Eylül 2010 referandumu, gerekse 12 Haziran 2011 genel seçimleri öncesinde muhalefet partilerinin, hükümetin PKK ve Öcalan ile görüşüyor olmasını propaganda malzemesi olarak kullanması pek bir işe yaramadı.
2) Öncelikle, kendilerini “Türk milliyetçisi“ olarak görüp aynı zamanda bir lider olarak Erdoğan’ı takdir edenlerin önemli bir kesimi, onun Kürt ve PKK sorunlarında kendilerini rahatsız edecek adımlar atacağına ihtimal vermediler. “Vardır bir bildiği“ diye düşündüler.
3) Kaldı ki, kamuoyunda Kürt ve PKK sorunlarının ne yapıp edip bir şekilde bitirilmesi beklentisi ağır basıyor. Dolayısıyla PKK ve Öcalan ile görüşülüyor olması çözüm umutlarını artırdığı için AKP ve Erdoğan’a etkisi daha çok pozitif oldu.
4) En önemlisi bu tür propagandalar Kürtleri hükümet ve Erdoğan’a daha da yakınlaştırıp muhalefet partilerinden iyice uzaklaştırdı.
Özerklik spekülasyonları
Erdoğan’ın özerklik sözü verip vermediğine gelecek olursak: Yerel seçimler öncesi bu yönde çok spekülasyon yapıldı, hatta bunu kanıtlayacak bazı tapelerin yayınlanacağı da ileri sürüldü, fakat olmadı.
Sanmıyorum ki Erdoğan böyle bir söz vermiş olsun. Böyle bir söz vermiş olsa bile bunun herhangi bir kıymeti olacağını ise hiç sanmıyorum. Çünkü Türkiye’de Kürtler, özerklik mi olur, federasyon mu ya da başka bir formül mü bilmiyorum ama eninde sonunda (ana)yasal bir statüye kavuşacaklar. Ve bu statüyü Erdoğan (veya bir başka başbakan) razı olduğu, diğer bir deyişle lütfettiği için değil, uzun soluklu bir mücadelenin sonunda hak ettikleri için elde edecekler. O an geldiğinde bunu Erdoğan’ın (veya bir başka devlet yöneticisinin) engelleme imkânına sahip olamayacağı da çok açıktır.
Sürecin öznesi kim?
İster destek olsunlar ister karşı çıksınlar; ister gidişatından memnun olsunlar ister şikâyet etsinler, çözüm sürecini tartışanların büyük çoğunluğu, Erdoğan’ın bunun en önde gelen aktörü olarak görme hatasında birleşiyorlar. Hatta bazıları onun dışındaki tüm aktörlere ikincil rolleri uygun görüyor.
Kuşkusuz rolü önemlidir, fakat bu süreç o istediği için başlamış değil. Erdoğan o süreci başlatmak zorundaydı. Aksi hâlde önünü hiçbir şekilde göremezdi. Benzer bir şekilde sürecin kaderini onun isteklerine, ruh hâline vb. endekslemek de gerçekçi olmayacaktır.
Sonuç olarak Başbakan’ın Kürt siyasi hareketine herhangi bir söz verip vermediği, verdiyse ne sözü verdiği değil de, Kürt sorununun nasıl çözülebileceği, yani Türkler ile Kürtlerin hangi noktada nasıl anlaşabilecekleri üzerine kafa yormamız daha isabetli olacaktır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.