CHP’de Birgül Ayman Güler’in ırkçı-milliyetçi sözleriyle başlayan tartışmalar daha henüz sönümlenmemişken dün Sosyalist Enternasyonal’den gelen haberler CHP’yi tartışmaya devam edeceğimizi gösteriyor. CHP, Sosyalist Enternasyonal’in nihai metninde yer alan “Sosyalist Enternasyonal’in Beşşar Esad’ın bir geçiş hükümetinde rol almasına karşıdır” cümlesine itiraz ederek Beşşar Esad’ın böyle anılmasına karşı çıkmış.
Bu tavır genetik bir uyumdan kaynaklanmıyorsa nereden kaynaklanıyor dersiniz?
Sosyalist Enternasyonal, adında “sosyalist” olsa da genellikle dünyadaki “sosyal demokrat” partilerin oluşturduğu bir kurum. Küreselleşmeyle birlikte “sosyal demokrasinin” de varlık nedeni ortadan kalktığından, yaşadığını sandığımız ama aslında ölmüş olan kurumlardan biri. Neye çare olacak bilinmez ama hâlâ CHP’yi üyelikte tutmaya devam ettiğine göre onun da CHP gibi “tarihî bir kurum” hâline gelmiş olduğu besbelli.
Tabii sosyal demokrasinin, işçi-işveren tezatlı ulus-devletlerinde huzuru öneren uzlaşmacı bir siyasi hareket olduğunu düşünürseniz, zaten CHP ile bir ilgisi yoktu diyebilirsiniz. Üstelik bu durum bu ülkede işçi-işveren tezatlarının olmadığından değil CHP’nin bu tezatlarla bir ilişkisinin olmadığından kaynaklanan bir kanaat olurdu. Batı’dakiler değişen koşullara uyum gereği geleneksel sosyal demokrasinin dışına çıkma çabası içindeyken, bizim CHP’miz, geleneksel sosyal demokrasinin zaten dışında olduğundan şimdi nereye yöneleceğini dahi bilemez bir durumda.
Daha önce de yazmıştım CHP’nin bir parti olarak çıkmazı, onu destekleyen ve kendini “Kemalist, Batıcı ve laik” olarak tanımlayan kesimlerin çıkmazı bence. Kurucu elitlerin iyi niyetle veya değil yeni kurulan ülkeyi, kendi idealleri doğrultusunda yönetebilmek için yarattıkları bu kimliğin insanları bugün geçen doksan yıldan sonra gerçek dünya ile karşılaşmanın yarattığı bir travma içindeler.
Nereye gideceklerini bilememeleri de bundan.
Ama eğer gitmek istedikleri yer daha özgürlükçü, daha demokrat ve daha eşitlikçi bir yer olacaksa ilk yapmaları gerekenin kendi kimlikleriyle yüzleşmek olduğu açık. Neden 1915 Ermeni olaylarını, neden Dersim’in asıl hikâyesini, neden çeşitli kereler denenmiş Kürt isyanlarını, neden tek parti döneminin uygulamalarının tarih kitaplarının anlattıklarından başka olduğunu, ve daha nicelerini sorgulamaları gerekiyor.
Bu sorgulamaların sonunda da gelecekleri yer, bir kimlik olarak “Kemalist, Batıcı ve laik” kimliğin devlet tarafından yanlış bir tarih ve sosyal gerçeklik anlayışı içinde yaratılmış bir kimlik olduğunu fark etmeleri.
Eğer CHP’den de, bu kesimden de bir şey olacaksa ancak bu noktadan sonra olur. Önce değil...
İnsansız kapitalizm
Geçen hafta Alper Görmüş, köşesinde, benim, Hayykitap’tan yeni çıkan, iki genç gazeteci, Çağrı Çobanoğlu ve Alaz Kuseyri’nin sorularına verdiğim cevaplardan oluşan İnsansız Kapitalizm İnsanlı Toplum adlı kitabımla ilgili (yalnızca kitapla değil benle de ilgili) güzel ve nazik sözlerle bir yazı kaleme almış. Kitapta ele alınan konular iktisattan, siyasete, medyaya, solculuğa ve Kürt meselesine kadar çoğu zaman bu köşede de ifade ettiğim konular. Alper bu konular içinde Doktor Hikmet Kıvılcımlı ile ilgili bazı sözlerime takılmış.
Doğrusu bizim kuşağın, benimsesin benimsemesin Kıvılcımlı ile ilgili genel bir saygısı vardır. Alper de onlardan biri. Ama Doktor’la ilgili bir konu vardır ki o zaman da şimdi de eleştiri konusu olmuş ve olmaya da devam ediyor. O da Kıvılcımlı’ya göre “ordunun yeri” konusu. Bu nedenle de Alper’in bu noktaya takılması hem bu nedenle ve hem de belki de benim soruya cevap verirken kullandığım sözlerimin sorunlu olmasından dolayı normal.
Gerçekten de Doktor’un özellikle 27 Mayıs’la ilgili yazdıklarından “ordu”nun sol siyasetteki yerinin “vurucu güç” olduğunu söylemesinden giderek onun “cuntacı” olduğunu düşünenler az değildir.
Ben kitapta yer alan benzer soruya cevaben böyle düşünmediğimi belirtmiş ve bazı ilişik düşüncelerimi ifade etmiştim. Ama burada da altını çizmemde yarar vardır ki, Doktor’un sistematiği ve kullandığı kaynaklar üzerinde daha derin bir çalışma yapmadıkça bu konuda söylediği, örneğin 1971 darbesinin ertesi günü, “Ordu kılıcını attı” gibi bir başlığı, yanılmıyorsam Sosyalist gazetesinin manşetine koyduğundan ya da denizci subaylarla ilişkisi olduğundan giderek onu darbeci ilan etmek bana çok doğru gelmiyor.
Doktor, kurucu elitlerin anlattığı hikâyelerin çok dışına çıkarak Türkiye’ye, Ortadoğu’nun ve Doğu’nun tarihi içinden Marx ve Engels’in merceğinden bakmaya çalışıyordu. Önerdiği siyaset de Türk’tü, Kürt’tü, Müslüman’dı, Hıristiyan’dı demeden bütün mağdurların birlikte yer aldığı bir siyasetti. Bugün hâlâ çoğu Türkiyeli aydın, entelektüel ve solcunun anlamakta zorlandığı bir siyaset olarak...
Alper’in yazısı kısa da olsa bunları söyleme fırsatı verdi.
Teşekkürler Alper!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.