• BIST 9128.97
  • Altın 2940.718
  • Dolar 34.4659
  • Euro 36.3751
  • İstanbul 19 °C
  • Diyarbakır 11 °C
  • Ankara 10 °C
  • İzmir 19 °C
  • Berlin 1 °C

En uzun 15 günüm

Hidayet Şefkatli Tuksal

En son 27 Aralık’ta yazmıştım, Cemaat eleştirisi yapmıştım o yazımda. Bir sonrakinde ise AK Parti’yi eleştireceğimi söylemiştim. Aradan geçen 15 gün, bana sanki 15 yıl gibi uzun geldi desem inanır mısınız? Bu süre içinde yazı yazamadım, kullanmayı düşündüğüm pek çok kelime anlamını yitirdi çünkü ve bir türlü elim yazı yazmaya varmadı, kusura bakmayın.

Köşelerinde serin serin analizler yapanları gördükçe gerçekten imreniyorum, ama ben böyle değilim, olamıyorum. Şu 15 günde yaşadığım daralma hissini, ilk defa, çocukluğuma denk gelen Kıbrıs harekâtının -akşamları camlarımızı mavi kağıtlarla kapayıp karattığımız- o kasvetli günlerinde yaşamıştım. Radyodan ateşkes haberini duyduğumda dünyalar benim olmuş, çocuk ruhum ferahlamıştı. Sonra lise dönemimde iyice şiddetlenen sokak çatışmaları ve siyasetin sınıflarımıza bile hâkim olmasıyla yine aynı daralma ve anlamsızlık duygusu çöreklenmişti üzerime. Siyasi aktörlerin uzlaşmaz tutumları, gittikçe kötüleşen ekonomi ve her gün tanık olduğumuz şiddet ne bir ergen neşesi, ne de gençlik umudu, bunların hiç birini yaşamamıza izin vermemişti o kâbus dolu günlerde… Şimdi o günlerin üzerinden 30 yıldan fazla bir zaman geçtikten, arada 12 Eylüller, 28 Şubatlar ve kanlı bir çatışma süreci atlatıldıktan sonra, ha demokratikleştik ha demokratikleşiyoruz derken yine bir yuvarlanma sürecine düçar olmanın kasveti var ruhumda. 

On yıl öncesine geri dönmeyi, hiç mi ama hiç istemiyorum. Bu süreçte AK Parti’nin icraatlarını, savrulmalarını eleştirmekten hiç çekinmedim ama her şeye rağmen asla geriye dönmeyi istemeyeceğimiz bir fark yaşadık bu on yılda. Dindar kimlikler irticâî bir paranoya konusu olmaktan çıkıp, sosyolojik/ dini ve politik birer aktör olarak legalleştiler. On yıllardır tepemizde demoklesin kılıcı gibi asılı duran başörtüsü yasakları üniformalı meslekler dışında nihayet son buldu. Kürt siyaseti güçlü bir biçimde çözüm sürecine evrildi. Vatandaşa ne kadar yansıdığı tartışmalı olsa da, ekonomik istikrar diye bir şey yaşadık. Yeni bir anayasa ile daha demokratik bir yapılanma için umut biriktirdik. Benim gibi gençliğini çok umutsuz, karanlık bir kâbus içinde geçirenler, ilk defa böylesi umutlara sahip olmanın ne demek olduğunu öğrendiler. Bunlar hiç az şey değildi ve hâlâ da değil. 

Bu on yıl boyunca AK Parti’ye yönelik pek çok da eleştirim oldu. Başbakanın siyaset içindeki gel gitleri, kimi muhafazakâr ya da milliyetçi çıkışları, güçlü bir iktidar olmak uğruna katılımcı demokratikleşme modeline uzak durması, zaman zaman kibir ve nobranlığı her daim eleştiri alanımda oldu ve hatta kendisini Hak sillesiyle bile uyardım. Bu ülkede dindarlar kadar, dindar olmayanların da aynı rahatlık ve özgürlük içinde, korkmadan, çekinmeden ferah feza yaşıyor olabilmelerini istedim, bunun için mücadele ettim. Hrant Dink’in katledilmesinde en hafif deyimiyle ihmali bulunanların AK Parti hükümeti ve bürokrasisinde yükseltilmelerine itiraz ettim. Uludere’nin bir katliam olduğunu ve sorumlularının mutlaka cezalandırılması gerektiğini yazdım, söyledim. Alevilerin kimlik taleplerine, onların arzu ettiği şekilde bir çözüm üretilmesi gereğini de savundum. Sivil toplum camiasında, demokratikleşme sürecinde aldığımız mesafenin kişilerle kaim olma riskine karşı, daha demokratik ve daha özgürlükçü bir sistem için yapılan pek çok çalışmaya katıldım, destek verdim. Yazdıklarım ve söylediklerimle ne AK Parti yandaşlığına demir attım, ne de kategorik karşıtı olma makamında çakıldım. Bu yüzden aralarda kaldım ve benim gibi aralarda olanlarla yolum kesişti. (Bkz. Serbestiyet) 

Şimdi geldiğimiz noktada, AK Parti’ye yönelik olarak benim gibi pek çok dindarı utandıran bir yolsuzluk ithamı furyasıyla karşı karşıyayız. Utanıyorum evet, kızıyorum evet, ama yukarıda dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştığım paradigmatik farkı yaratan bir iktidarın, böyle ayak oyunlarıyla, kaset yayınlarıyla düşürülmesine de karşı çıkıyorum. Yolsuzluk bir ahlaksızlıktır, ancak yolsuzlukları sırf kendi menfaatleri icap ettirdiğinde ortaya sürebilmek için takip edip, o zaman gelene kadar bekletmek daha büyük bir ahlaksızlıktır. Yargı ve güvenlik sistemini Cemaat’in menfaatleri doğrultusunda dizayn ve manipüle etmek, şu anda başbakanın yaptığı atama ve müdahalelerden daha büyük bir skandaldır. Yolsuzluklara kızıyor olmak bizi büyük resmi görmekten, bu resmin kritiğini yapmaktan ve hesabını sormaktan alıkoymamalı diye düşünüyorum. Darbeciliğin yolsuzluktan daha büyük bir suç olduğuna inandığım için, demokratik sistemimiz sağlam bir limana demir atana kadar seçilmiş hükümetin arkasındayım.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89