Türkiye kamuoyuna “Ankara’nın Kürt sorununun çözümü ve PKK’yla mücadele konusunda izleyeceği yeni strateji” olarak sunulan “plan”da ne yeni sayılabilecek bir husus veya eğilim vardır, ne de “strateji” diye vasıflandırılmayı hak eden bir iç tutarlılık...
Planda “bundan sonra yapılacak, edilecek” diye sıralananlar zaten uzun zamandır uygulamada... KCK operasyonları başta olmak üzere bunların büyük bir kısmı Kürt sorununu daha da içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir sonuca hizmet etmedi, etmeyecek.
Şu son zamanlarda “yeni” gibi görünen tek gelişme, Kürtlere Nevruz’un yasaklanması... Ve aslında o da yeni değil. 90’lardan kalma bir eskilik. Nevruz’u ezen hükümet böylece 90’lı yılların militarizmine nazire yaptıktan birkaç gün sonra, kendi “resmi Nevruz” gününde, medyaya “çözüm planı”nı okuyor. Şaka gibi... Nevruz’a polis engeli de zaten bu şaka-planın parçası...
Plan, Milliyet’te Fikret Bila’nın geçen perşembe günkü köşe yazısında 10 maddede özetlendi. “Üst düzey bir hükümet yetkilisi” bazı gazetecilerle ayrı ayrı görüşerek onlara anlatmış. Bunu da temas edilen gazeteciler arasında olan Lale Kemal’in dün Taraf’ta yazdıklarından öğrendik.
Şimdi, Fikret Bila’nın köşesinde aktarıldığı haliyle bu planın özüne bakalım:
Kürt sorununun çözümünde sivil siyaset kanalı dışında hiçbir kanala itibar edilmeyecek, İmralı ve Kandil devre dışı bırakılacakmış...
Güneydoğu’da ve diğer bölgelerde yaşayan Kürtler, PKK ve KCK’nın baskısından kurtarılacaklarmış...
Çözüm yeri olarak parlamento dışında hiçbir zemin kabul edilmeyecek; ipleri İmralı ve Kandil’in elinde olmayan, demokratik yollarla seçilerek Meclis’e gelmiş, siyasi inisiyatif kullanabilecek parti ve partilerle muhatap olunacakmış...
Planın ruhunu yansıtan ifadeler, bunlar.
Mamafih bu ruhun gerçeklikle ilişkisi sakat, kendisi tutarsızlıkla malul...
Hükümet ve onun emrindeki devlet, İmralı ve Kandil’i uzunca bir süredir zaten devre dışı bırakmış bulunuyor; yeni bir durum yok burada.
Ama bunun da ötesinde asıl devre dışı bırakılmak, tasfiye edilmek istenen genel manada Kürt siyasi hareketi ve özellikle de Kürt partisi BDP.
KCK operasyonlarıyla yapılmak istenen bu. Tercihini dağa çıkmamaktan yana kullanmak istemiş ne kadar Kürt siyasetçi ve aktivist varsa, şu an parlamentoda olanlar hariç, hepsi tutuklanma tehdidi altında.
29 Mart 2009 yerel seçimlerinde Kürt partisinin kazandığı başarılar üzerine, hemen 15 gün sonra başlatılan KCK operasyonlarında tutuklu sayısı bugün 6500 seviyesinde. Bunların içinde 630 kadarı BDP yöneticisi, belediye başkanı, belediye meclisi üyesi, sendikacı, avukat, gazeteci...
“Plan”ın müellifleri, İmralı’yla, Kandil’le ipleri koparmaya zorladıkları BDP’nin bir bakıma kendi kendisini tasfiye etmesini istemiş oluyorlar.
BDP’den önce onun seçmen tabanının İmralı’dan, Kandil’den kopması lazım ki, Kürt partisi de aynısını yapabilsin. Oysa BDP tabanı İmralı ve Kandil’in manevi ve siyasi nüfuzu altında... BDP kendi seçmeninin eğilimini hiçe sayarak bu odaklara karşı bağımsızlık ilan ederse, sonuçta tabanından kopmuş ve kendisini bitirmiş olmaz mı?
Plan mühendislerinin arzusu, Kürt tabanını temsil etmeyen bir Kürt partisinin ortaya çıkması... İyi de böyle bir parti parlamentoya nasıl girecek, orada nasıl grup kuracak ve onunla hangi sorun çözülecek?
Bir de planın yedinci maddesi var ki, bu ancak siyasetin kısa bıraktığı bir akıldan çıkmış olabilir.
Orada “PKK ile bir daha görüşülecekse bu ancak silah bırakması için olacak” deniyor.
Kürt sorununu gerçekten çözmek istiyorsanız, “silah bırakma” hususunu müzakerelerin dışında ele almamak durumundasınız. Peki, bu silah bırakma konusunu “ipleri Kandil’in elinde olmayan Kürtler” bulup, onlarla nasıl konuşacaksınız? Böyle bir şizofreni olabilir mi?
Yoksa çözümü utangaç ve mahkûm, Kandil’le mi müzakere edeceksiniz? Hangisi?
Başbakan Erdoğan, önceki gün yine “Terör örgütüyle mücadele, siyasi uzantısıyla müzakere” demiş. Fakat sonra hemen eklemiş: “İmralı’nın ağzıyla konuşurlarsa, onlarla konuşamaz duruma geliriz”.
Şurası iyi bilinmeli: Parlamentodaki Kürtler “örgüt”ün siyasi uzantısı olmayı bırakırlarsa zaten bir daha seçilemezler ve onlarla konuşmanın bir anlamı kalmaz.
Planı medyaya okuyanların da, onu yazanların da kafası fazlasıyla karışık gibi...
Mesela şu satırlar Lale Kemal’in dünkü yazısından:
“Kürt planını, bu devasa sorunun çözümünde ayakları pek yere basmayan, gerçekçi değilmiş gibi görünmekle birlikte şans verilmesi gerekecek türden bir plan diye düşünüyorum.”
“Ayakları havada, hayalci ama şans verelim” diyor.
Kürt sorununda 30 yılın özeti.
Ben ise bu sözde planın medyanın ağzına oyalansınlar ve kamuoyunu oyalasınlar diye verilmiş bir emzik olduğunu düşünüyorum. Dahası, emzik verme zamanlamasının bahar aylarında ülkenin ve bölgenin gebe olduğu bazı nahoş hadiseler göz önüne alınarak tayin edildiğini düşünüyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.