• BIST 9883.64
  • Altın 2954.659
  • Dolar 34.7445
  • Euro 36.5021
  • İstanbul 10 °C
  • Diyarbakır 5 °C
  • Ankara 4 °C
  • İzmir 10 °C
  • Berlin 5 °C

Emperyalizmin propagandası: ‘İslâmcı şiddet’

Abdullah Can

Ümmetçe Ramazan ayını idrak ederken, değişmeyen tek hâlimiz, coğrafyamızın dört bir yanındaki “kanlı” tablolardır. Bir taraftan fikrî ve ideolojik düşmanlar, diğer taraftan kana susamış fiilî tecavüzkârlar... Acip olanı ise, fıkhî ve meşrebî ihtilaflarla didişip durmakta olan Müslümanlar... Ya gırtlağımıza kadar gark olduğumuz “cehalet!” O ise, hazin manzaramızın en vahim yanı... Herhalde “kuşatılmışlık” dedikleri şey bu olsa gerektir; hem de dört bir yandan...

Bütün bunlar bir yana, en yakıcı olanı ise, “İslâm”ın maruz kaldığı itibar kaybı, “Müslümankimliğinin erozyonudur. Global çaptaki “mühendislik”in yegâne amacı budur. İslâm ve Müslüman’ın itibarsızlaştırıldığı gün, ümmetten de coğrafyasından da eser kalmayacağını çok iyi biliyorlar. Ondandır ki buna yoğunlaşmışlardır. Bulmuşken fırsatı, hiç bırakırlar mı? Aslâ!... Gaddar düşman, bu hedefe kilitlenmişken, her gün yeni argümanlarla sahaya çıkmakta, her argümanı “silah”a dönüştürmektedir. En son sürüm silahı ise, “şiddet” ve “tedhiş”tir. İşte emperyalizmin İslâm coğrafyasına sürdüğü yeni Truva atı... Bu silahın tek farkı, “devşirilmiş” yerli mamul olmasıdır.

Bizim yıllardır söylediğimiz, ancak emperyalizma şeflerinin henüz itirafta bulunduğu gerçek ki, İslâm coğrafyasındaki “tedhişçiler”in, CIA’nın projesi olduğudur. Evet, emperyalizm, girmek istediği bir coğrafyayı, önce karıştırır; tedhiş ve anarşiye boğar. Sonra, bu gerekçeyle –güya– yardıma(!) koşar. “Yardım” dediği, aslında öncü kuvvetlerinin eksik bıraktığı tahribatı tamamlamak içindir. İşte Afganistan, işte Irak... Nihayetinde tepe-tepe kullandığı kuklalarını eskitir, imhalarına koyulur. Suriye’de olduğu gibi... Ama nasıl, bir başka yerli kuklasıyla. Birini “dinci” yapar, vahşete bulaştırır; onun şahsında dinden de, dindardan da “nefret” ettirir, sonrasında ise bu nefret edicileri yanına çeker, onların imhasında kullanır. Emperyalizmin mantığı budur, hep böyle işlemektedir. Yerli maşalar dururken, hiç yakar mı elini? Emperyalizm, “Al birini, vur ötekine” oyununu çok güzel oynar. Hele de satılmışların bol olduğu coğrafyamızda...

Neyse, biz “Bir topluluk kendisinde olanı(fıtratı) değiştirmedikçe, Allah onları asla değiştirmez1 hükmünü bir kez daha hatırlayarak, emperyalizmin, “İslamofobia” bağlamında temellendirmeye çalıştığı “şiddet-İslam” ilişkisine(!) bakalım. Olur ki “aldatılmışlar”a bir faydamız olur.

• Evvela, Ramazan ayı “rahmet” ayıdır; rahmet, “Rahim” olan Allah’ın vasfıdır, dünya ve ahiretteki tecellisidir. Bu tecellinin insanlık âlemindeki karşılığı “şefkat” ve “acıma”dır. Öyle iken, şefkat ve acıma duygularını hiçe sayarak sivil ve savunmasız insanlara saldıranlara nasıl “Müslüman” denilir? Buna, olsa olsa “Amerikancı İslâm” denilir. İslâm, kendi ismiyle anılan bu “türedililer”den; emperyalizmin laboratuvarlarında “mutasyon”a uğratılmış “Müslüman kılıklılar”dan beridir...

• İslâm Peygamberi’nin, “Müslüman, elinden ve dilinden insanların emin olduğu kimsedir2 düsturunu hiçe sayarak, dünyanın dört bir tarafına şiddet ve terör taşıyanlar, dehşet ve vahşet saçanlar; can, mal ve namus emniyetine dair en ufak bir güven telkin etmeyenler nasıl “Müslüman” olabilir? Bu işi yapanlar, olsa olsa, emperyalizmin taşeronlarıdır. İslam, emperyalizm kadar, onun taşeronlarından da beridir.  

• İslâm, kendi hukuku gereğince, avlanmayı, yavrulama ve yavrulu dönemlerde yasaklamıştır; bu tür avlanmalara “haramdır” demiştir. Aynı İslâm, hayvanların kesiminde, “onlara eziyet etmeyiniz!”, “acı çektirmeyiniz!” der, eziyeti her şekliyle “haram” kılar. Buna rağmen, aç kurtlar ve sırtlanlara rahmet okuturcasına, eşref-i mahlûkat olan insanoğlundan binlercesini babasız, annesiz, kocasız, karısız bırakan vahşilere nasıl “Müslüman” denilebilir? Bu mütecavizler, olsa olsa, emperyalizmin laboratuvarlarında genetik mutasyona uğratılmışhibrit canavarlar”dır. İslâm, bu canavar tiplerden beridir.    

• İslâm, kostüm ve söylemlere bakmaz, eylem ve icraata bakar. Nihayet İngiliz emperyalizminin iki ünlü ajanı da olan Armin Vambery ve Lawrence de sakallıydılar; yetmez, derviş kıyafetindeydiler. Peki ya hizmetleri? Tamamen emperyalizm hesabınaydı. Biri Asya’da, diğeri Ortadoğu’da fitne ve fesat kazanını kaynatan iki şeytan idiler. O halde, şiddet ve tedhişle sahaya inenler, sakallı ve sarıklı, şalvarlı ve cübbeli de olsa, sonuç değişmez; icraatları, İslam adına değil, İslâm düşmanlarının hesabınadır. Müslüman olmak için, ayetli-hadisli nutuklar, “Allahu Ekberli sloganlar da yetmez; olması gereken, “Muhammedî iman ve amel-i salih”tir. İslâm, şekilcilik ve sloganlara hapsolmuş  “Müslüman”lıktan teberri eder.

• İslâm, “Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın. Allah haddi aşanları sevmez.”3 der. Yani “nefsî müdafaa”, ötesi değil... Maddi cihadın hedefinde, “zararlıları” engelleme, “engelleyicicileri” etkisizleştirme vardır. Tecavüze, sınır ihlaline geçit yoktur. Buna rağmen evinde, işinde, alışverişinde, ibadetinde, seyahatinde, kısacası kendi halinde olan insanları hedef yapmak, onların dünyalarını karartmak, İslâmiyet’le nasıl telif edilebilir; bu şenaati işleyenlere nasıl “Müslüman” denilebilir?  Bu yol ve yönteme başvuranlar, emperyalizmin taşeronlarıdırlar; “İslamifobia projesi”ne malzeme taşıyanlardır. İslâm, kendi katillerineMüslümandemez, onlardan teberri eder.

• İslam, her ne adına olursa olsun, kendisine ve muhatabı olan insanlara zarar verenleri kendinden saymaz; kendi adını kullanarak varlık sebebine aykırı davrananları, “fasık”, “münafık”, “kâfir” ve “zalim” gibi unvanlarla anar. Buna göre, İslâm kisvesinde, emperyalizmin işgal, sömürü ve katliamlarına davetiye çıkaran her oluşum, İslâm’ın varlığına kastedenler olup yukarıdaki kategoriye dâhildirler. İslâm, “İslâm’ın kabından beslenip emperyalizmin kapısında havlayanlar”a “Müslüman” demez; onlardan teberri eder. 

• İslâm, “Düşmanın dahi olsa, sende dirilsin” şiarını önerir. “Onları(düşmanlarını) en güzel bir şekilde sav!4 der. “Kötülüğe karşı iyilikle muamele et!”5 tavsiyesinde bulunur. O, şiddet, dehşet ve nefreti yasaklar; dünyevî ve uhrevî zararlarına dikkat çeker. Bu duyguların, fitne, kargaşa ve kıtale götüreceğini, bunun ise nesil ve harsı(kültürel birikimi) yok edeceğini söyler. İslâm’ın bu ve benzeri çağrılarına rağmen, şiddet ve tedhişte ısrar edenlere, “Müslüman” denilebilir mi? Elbette İslâm, bu tip anarşist ruhlulardan teberri eder; kendini onlardan, onları asla kendinden saymaz.

• İslâm, “cahliye”nin her tülü pisliğini temizlemiş, insanlığın yüzünü ak etmiştir. Bununla birlikte, mezhepçilik ve ırkçılık gibi cahilî töreleri hayat ve mücadelelerinin merkezine alanlara, “Doğrusu, siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz6 şeklinde uyarıda bulunur. İşte rahmet ve hidayet kaynağı olan İslâm’ı bırakıp da mezhebini ya da kavmiyetini din edinenlere; mücadeleyi o eksende yürütenler nasıl “Müslüman” denilebilir? İslam, bu tür taassup sahiplerinden beridir, onlarla bir alışverişi olmaz.

• İslâm’ın adı “barış” ve “esenlik”tir. Düşmanlık ve anarşistlik ona karşı ve karşıt kavramlardır. Müslümanlıkla anılıp şiddet ve anarşizm üzerinden nam salanlar, onun ak yüzüne çalınan kara lekelerdir. Her leke, orijinalliği gölgeleyen ve cazibeyi engelleyen birer arızi marazdır. O halde, “Müslüman” adını kullanıp da şiddet ve tedhişçiliği üretenler, barış ve esenlikten “düşmanlık” devşirenler, kendilerine ne ad takarlarsa taksınlar, özü itibariyle emperyalizmin değirmenine su taşıyanlardır; İslâm’ı dinamitleyenlerdir. İslâm, kendi kundakçılarına “Müslüman” demez; onlardan her şekliyle teberri eder.

• İslâm, başta ehl-i kitap olmak üzere, her kesime, “(Resulüm) de ki: ‘Ey ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz! Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi ilahlar edinmeyelim.’ Eğer onlar, yine de yüz çevirirlerse, işte o zaman, ‘Şahit olunuz ki, biz Müslümanlarız!’ deyiniz.7 ayetiyle çağrıda bulunur. Bu çağrı, ilmîdir, irfanîdir; ucunda de, sonunda da şiddet yoktur. Tüm muhataplarına, –şiddete ve ifsada başvurmamak kaydıyla– “her türlü insanî, imanî ve vicdanî bütün eylemlerinizde hür ve serbestsiniz” der, hayatın tüm renklerini tolere eder. Buna, “birlikte yaşamanın formülü” denir. Buna rağmen, kendi heva ve heveslerini, his ve kaprislerini İslâm yerine oturtan fanatik ve fantastik nevzuhurların, “Ya benden olacaksınız, ya yok olacaksınız!” çıkışlarına nasıl “Müslümanlık” denilebilir? İslâm bu ve benzeri fanatizmin her türlüsünden teberri eder, onları harim-i ismetinden tart eder.   

• İslâm, insanlığı kahreden, savaş ve felaket baronlarını ise sevince boğan bir şiddete, bir tedhişe asla onay vermez, veremez. Hele de bu şiddet ve terörün muhatabı Müslümanlarsa... Buna göre, her ne şekil ve isimle olursa olsun, –meşru müdafaa ve mütecavizlerin tecavüzlerine set çekmenin dışında– hiç bir şiddet eylemi, hiç bir tedhişkâr kalkışma İslâmî değildir, olamaz. Keza, tevessül edenlere de “Müslüman” denilemez. İslâm’ın hedefi gibi metotları da meşrudur. Hedefi, İ’lâ-yı Kelimetullah; metodu, cihaddır. Kıtal, cihadın yüzlerce cüzünden sadece biridir. O da, mecburiyet tahtında olup savunma/defetmeye yöneliktir. Terör ve şiddet, İslâm’ın değil, emperyalizmin metodudur; Ehl-i Salipten tevarüs edilmiş bir gelenektir. İslâm, kendinden olmayan her yöntemi reddeder, ondan teberri eder.

• İslâm, “Her kim ki, cinayet işlememiş ya da yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamış(masum) birini öldürmek, bütün insanlığı öldürmüş gibidir8 der. Keza, cezalandırmayı, kişilerin, örgütlerin, cephelerin, cemaatlerin, hiziplerin keyfine değil, adil, meşru, hakkaniyetli ve ehliyetli hukuka bırakır. Hakikat bu iken, birilerin indî, hissî, nefsî, hevesî ve felsefî saiklerle bu işe kalkışması, kendini hukuk ve meşru otorite görmesi, ne İslâmîdir, ne de insanî... İster din adına bir cemaat, ister ideoloji adına bir örgüt olsun, bu işi yapana “Müslüman” denilebilir mi? İslâm, bu tarz anlayış ve uygulamalardan beridir.

• İslâm, inanç özgürlüğü bağlamında, “Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize9 der. Yine, “Dinde zorlama yoktur10 hükmünü arz eder, farklı görüş ve kanaatlere hayat hakkı tanır. Bununla birlikte, İslâm nam ve hesabına da olsa, tekfirciliği, tasfiyeciliği, tekçiliği ve sekterciliği bir metod olarak dayatanlara nasıl “Müslüman” denilebilir? İslâm’la yaptıkları nasıl telif edilebilir? Zorla telife çalışanlar, olsa olsa, emperyalizmin güdümlü hadimleri ya da devşirme provokatörleridir. İslâm, tüm karanlık ve kaotik çevrelerin iftiralarından beri olduğu gibi, din kisveli otoriter ve totaliter uygulamaların teberri eder.  

• İslâm, “Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış11 der. Böylece bir insan ve Müslüman olarak bizlere davet ve tartışmanın yolunu gösterir, usulünü öğretir. Evet, ayetin ne evvelinde, ne de ahirinde baskıya, zora, şiddete, tedhişe çağrı yoktur. Aksine, şiddet ve zora istinat eden girişimleri, nifaka çağrı olarak değerlendirir. Korkan muhatap, küfrünü gizleyebilir, ama terk etmez. Onun için, hikmet yerine(sevgi ve ikna dili), nefret ve öfkeyi esas alanlar, kaş yapayım derken göz çıkaranlardır. Yalnızca göz çıkarmaya odaklananlara nasıl Müslüman” denilebilir? İslâm, bu tipler için, “Ben onlardan, onlar de benden değildir” der, teberri eder.  

• Hâsılı: İslâm, ilme istinat eder; tahkik, tefekkür ve irfana davet eder. Akıl ve kalbin fethini hedefler. Bu işin formülü, “ikna” ve “müsamaha”dır. İmar ve inşa, ancak böyle gerçekleşir. Şiddet ve terör, yıkımdır, ifsattır; imar ve inşaya zıttır. Buna rağmen, İslâm’ın “yapıcı” metodunu bir yana iterek, emperyalistlerin silahlarına sarılanlara, yakıcı ve yıkıcı metotlarını kullananlara nasıl “Müslüman” denilebilir? Evet, insanımızı ve coğrafyamızı, emperyalistlerin fikir, finans ve lojistik destekleriyle kana bulayan yerli devşirmelere asla “Müslüman” demeyeceğiz; şeytandan kaçar gibi onlardan teberri edeceğiz. Vesselam...   


1 (el-Enfal, 53)
2 (Buhârî, Îmân, 3; Müslim, Îmân, 57, 58).
3 (el-Bakara, 190)”
4 (el-Fussilet, 34)
5 (Kütüb-i Sitte, c.5, s.304)
6 (el-Enbiya, 54)
7 (Âl-i İmran, 64)
8 (el-(Maide, 32)
9 (el-(Kâfirûn, 6)
10 (Bakara, 256)
11 (en-Nahl, 125)

  • Yorumlar 4
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Yazarın Diğer Yazıları
    ÖNE ÇIKANLAR
    Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
    Tel : 0532 261 34 89