I-
9 Kasım 2009 Berlin Duvarı'nın yıkılışının 20. yılı. Bu yıl yapılan kutlamaları iki sembol üzerinden okudum. Birisi DİB'in temelini attığı Köln Camii diğeri ise Sarkozy'nin "ben de orada idim" mesajını vermek üzere Facebook'ta Berlin Duvarı'nın yıkılışı sırasında çekilmiş fotoğrafını yayınlaması.
Sarkozy Alman ve Fransız medyası için siyasetin Kemal Sunal'ı. Dolayısıyla Sarkozy ile ziyadesiyle dalga geçilen haberler eşliğinde uçtuk Köln'e. Sarkozy'nin duvarın yıkılışı sırasında Berlin Duvarı önündeki fotoğrafının montaj olduğundan hareketle bir dizi "Sarkozy oradaydı" haberi yapılmıştı. Aya ayak basan astronotların yanında üçüncü kişi olarak Sarkozy, Kennedy'nin suikasta kurban gittiği sırada Kennedy'nin yanıbaşında Sarkozy. Stalin, Roosevelt ve Churchill'in sohbet ettiği fotoğrafın dördüncü kişisi olarak Sarkozy.
Ülkeleri, komşuları üzerinden okumak gibi bir yöntemim var. Almanları en ziyade Fransızlar üzerinden okudum. İki Almanya'yı ayıran duvarın yıkılışı sırasında ama montaj ama sahi Sarkozy'nin kendisini tam da olay mahallinde belgelemesinin sembolik değeri yüksek. Çünkü bilindiği gibi iki Almanya'nın birleşmesine en fazla Fransızlar karşı çıkmıştı. Hatta Fransız Devlet Başkanı "Almanya'yı öyle çok seviyorum ki bir değil iki tane olmasını istiyorum" diyerek nazik bir dil üzerinden ifade etmişti birleşmeye karşı olduğunu.
Sarkozy kendisini duvarın önünde sabitleyen fotoğraf üzerinden yıkılışın coşkusuna eşlik ettiğini göstererek, imaj denetiminde bulunmaya çalışmıştı. Lakin her imaj denetimi başarılı olamıyor.
II-
İstanbul'dan ayrılırken Türkiye eksen mi değiştirdi tartışmaları dış politika açısından gündemini korumaya devam ediyordu. "Yeni dünya" okuyanlar ve okuyamayanların tartışması bu. Yeni dünyayı okumakta zorluk çekmek sadece bir yaşlılık hastalığı değil. Eskiler dua ederken Allah'ım beni gördüğümden yad etme diye dua ederdi. Gördüğümüzden yad olmak için belli bir yaşa gelmek gerekmiyor. Bütün dünyada sosyologlar, yaşadığımız çağın sıkıntılarının sanayileşme çağında yaşananlardan daha ağır ve ezici olduğu konusunda hemfikir.
Dünya topyekûn eksen değiştiriyor.
Dünyanın değiştirdiği ekseni Berlin Duvarı'nın yıkılışı üzerinden okumak hızla değişen görüntüdeki değişmeyen bazı bölgeleri idrak etmemizi kolaylaştırıyor.
Berlin Duvarı'nın yıkılışına kadar kendini Alman sayan seküler Türkler, duvarın yıkılışından sonra Almanlar tarafından hatırlatılan Türklüklerine geri dönmekte zorlanıyor. Sonradan sahip oldukları Alman kimliği ile doğuştan sahip oldukları Türk kimliği arasında sıkışmış bir kuşak var .
Seküler Türkler kendilerini Almanya'ya ait zannediyordu. Gitmek ya da kalmak bir duygu olarak kalplerinde yoktu. Dindar Türkler "Gitmek mi zor kalmak mı zor o sabahı gel bana sor" şarkısını giderek az söyleyeceklerdi belki. Kızlarının başörtüsü ile rahatça üniversiteye gitmesi, ikinci kuşağın Almanya'yı vatanlaştırmasını kolaylaştıran bir durum olmuştu çünkü. Ta ki 11 Eylül saldırısına kadar…
11 Eylül saldırısı bütün dünyanın eksenini kaydırdı. Almanya'da Alman kültürü ile barışık yaşayan, Almanya vatandaşı olmak için canla başla uğraş veren Türkler, 11 Eylül saldırılarının oluşturduğu eksen kaymasını en ağır şekilde yaşıyorlar. Bir taraftan 11 Eylül diğer taraftan iki Almanya'nın birleşmesinin ardından baş gösteren işsizlik Almanya'daki Türklerin Almanyalı olmasını ciddi biçimde engelliyor.
Hayat giderek dijitalleşirken, Türklerden transfer edilen kas gücüne ihtiyaç yok artık. Ama Türkler "hizmetlerinin" bitirilmesiyle birlikte ülkelerine dönmeyi düşünmüyorlar. Hayatı Almanlar kadar belki de onlardan daha fazla "zaruret miktarı" olarak Almanya'da yaşamayı tercih ediyorlar.
Almanya'ya giden ilk kuşak "bir gece ansızın dönebilirim " şarkısı eşliğinde para biriktirdi, biriktirdiği paralara umut ekti. Almanya'da gördüğü standardı köyüne taşımaya çalıştı. Biriktirdiği para ile "köyün en güzel en konforlu evini" yaptırdı.
İkinci kuşak gitme şarkılarını listenin en arkalarında sakladı. "Şimdi" buradaydılar ve burada çocuk yetiştireceklerdi. Öyleyse "burada" "biz" olarak tutunabilmenin imkânlarını araştıracaklardı. Yaşadıkları yerlere "kültür dernekleri" kurdular. Kültür dernekleri onların minaresiz camileriydi. Ve caminin "cem" eden bütün vasıflarına sahipti. Anneler kızlarına Kur'an öğretti bu merkezlerde, kızlar kardeşlerine.
Almanya'da var olmanın en sağlıklı yolu eğitimdi. Ana-babalar benim gibi olma diyerek destek verdi çocuklarının okuması için. Bu destek öylesine ikna edici bir dili barındırıyordu ki, yapılan araştırmalarda işçi anne babanın çocuğu olan Alman öğrencilerde üniversiteli oranının düşük olmasına rağmen Türklerde bu oranın çok yüksek olduğu ortaya çıktı. Böylece okuması ve yazması olmayan annelerin Goethe'nin şiirlerini ezbere bilecek "yüksek Almanca" ile konuşan çocukları oldu.
İkinci kuşak çocukları üzerinden tutundu Almanya'ya. Nerede oturacaklarının kararını da çocukları verdi böylece. Vatana aittiler. Emekli olmuşlardı ama yılın sadece bir kısmını vatanlarında yaşayacaklar, sonra çocuklarının yanına geri döneceklerdi. Çocukları böyle istiyordu. Çocukları böyle istediğine göre böylesi doğruydu demekti. Çünkü çocukları okumuş yazmış insanlardı. Alman hükümeti kesin dönüşü destekleyen bir dizi proje sunmuştu ama, bu projeler hükümeti memnun edecek başarıya asla ulaşamamıştı. Çünkü ikinci kuşak için duyguların dili Türkiye'de hayatın dili Almanya'da idi. Hayatın dili: Çocuklar ve torunlar.
Birinci kuşak sadece doğduğu köyü biliyordu. Almanya'ya doğduğu köyün sınırları ve imkânların üzerinden bakıyordu. İkinci kuşak Türkiye ile Almanya'yı mukayese edecek bir ufka sahip oldu.
Üçüncü kuşak Almanya üzerinden dünyaya bakıyor. Almanya üzerinden bir dil geliştirmeye çalışıyor. Viyana kapılarına dayanan ceddin torunları şimdi Viyana kapılarına kılıçlarla değil bilgi üzerinden, aldıkları ödüller üzerinden dayanıyor. Türkiye'nin baskısı olmaz ise Almanya'daki dindar Türkler, Almanya üzerinden bir dil kurmayı başarmak üzereler.
III-
14-15 Kasım tarihleri arasında Köln/Kerpen'de Almanya'nın dört bir tarafından; Belçika, Fransa, Avusturya'dan gelen iki yüz'e yakın genç ile tanışmama vesile olan seminer boyunca, konuşma imkanı bulduğum genç kızlar ve delikanlılar umudumu arttırdı. Çünkü yıllardır tekrarladığım felsefe, sanat, siyaset hiyerarşisinin felsefe damarını yakalamışlardı.
Şimdi sanat zamanı. Türkçe ve Almanca'yı edebi ve derin bir dil üzerinden yakalayacak kuşak geliyor. Bizim de bu konuda birikimlerimizi onlara aktarmamız gerekiyor. Buna canı gönülden inanıyorum. İnanmasa idim ağrılar içinde kıvrandığım bir zamanda bu yorucu yolculuğu göze alamazdım.
IV-
Hayatımızın hoş tesadüfleri oluyor. Cumhuriyet'in Dindar Kadınları'na dair ilk imzayı İç Anadolu'nun velileri ile meşhur şehri Aksaray'da yaptım. (Kırşehir'e kitapların ulaşmasında bir aksaklık yaşandı çünkü.) Aksaray ki Ervah kabristanında yatan veliler itibarıyla Horasan ve Şam ile birlikte dünyanın en "zengin" kabristanı.
Cumhuriyet'in Dindar Kadınları'na dair İkinci imza Köln'de gerçekleşti..Köln'de tanıdığım gençlerin büyük bir kısmı Aksaraylı idi. En güzel soruları sordular. Nitelikli ve derin eleştireler ortaya koydular.
Allah nasip ederse cumartesi günü "Cumhuriyet'in Dindar Kadınları" kitabını bir bakıma yuvası sayılan HİKDE'de anlatacağım. HİKDE İstanbul Aksaray'da bulunuyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.