Eğer bu hükümet siyaseti de ekonomiyi yönettiği gibi yönetebilseydi şimdi dünyanın en mutlu ülkelerinden birinde çubuğumuzu tüttürüyor olacaktık, Başbakan Erdoğan da tarihimizin en başarılı siyasetçisi olarak Çankaya yolunda ferahfeza yürüyecekti.
Kürtler eşit vatandaşlar olarak Türklerle aynı hakları kullanabilecekler, çocuklarını anadillerinde eğitebileceklerdi.
Avrupa Birliği’nin yerel yönetim standartlarında yeni bir idari yapılanma kuracaktık.
Anayasamızı değiştirecektik.
Yasalarımızı değiştirecektik.
Yargıyı bağımsız ve tarafsız bir hâle getirecektik.
Kimse hükümeti eleştirdi diye işinden atılmayacaktı.
Üniversiteler özerk olacaktı.
Başörtülü kadınlar da “eşit vatandaş” statüsüne girecekti.
Alevilerin ibadetine devlet saygı gösterecekti.
Özel hayatlara karışılmayacaktı.
Yeryüzü cenneti olacaktık.
Ama cennete giremedik, “arafta” kaldık.
Düşünün dünya ekonomik krizle boğuşurken Türkiye’nin “notu” arttırıldı, hem de 18 yıldan bu yana ilk kez.
AKP iktidarının ekonomik başarısı bir defa daha dünya tarafından kabul edilip taçlandırıldı.
Avrupa’nın şu anda başaramadığını başarıp, Avrupa’nın başardıklarında sınıfta çaktık.
Niye siyasetle ekonomi arasında böyle derin bir uçurum var?
Neden dünya krizle kavrulurken ekonomisini dik tutan bir ülke, siyasette böyle çuvalladı, kandan ve acıdan kurtulamadı?
Bir iktidar, küresel bir krizin ortasında ekonomi mucizesi yaratacak kadar akıllı, çok daha kolay olan siyasi reformları yapamayacak kadar akılsız olabilir mi?
Sanmıyorum.
AKP iktidarı isteseydi, ekonomideki mucizeyi siyasette de gösterebilirdi, zaten ilk dönemlerinde o işi de becerebilecek olduklarını göstermişlerdi.
Ama vazgeçtiler.
Ekonomik bir mucizeyi, siyasi bir faşizme “altlık” yapmanın kendileri için daha yararlı olduğuna karar verdiler.
Bu ekonomik başarının sağlayacağı halk desteğini, “tek adam” yönetiminde bir baskı rejiminin yerleştirilmesi için kullanabileceklerini düşündüler.
Zaten bu çok açık gözüküyor.
Ekonominin başına dünyadaki meslektaşlarının saygısını kazanan Ali Babacan’ı, içişlerinin başına da İdris Naim Şahin’i getirmek, nasıl bir yapı oluşturmak istediklerini, bunu hesaplı bir şekilde yaptıklarını da gösteriyor.
Bir Avrupa ülkesi olmaktan çok Çin ya da Rusya gibi olmayı arzu ediyorlar.
Ekonomik başarı ve siyasi baskı.
Gücünü ekonomiden alan bir “tek adam” rejimi.
Bu hesap yüzünden de ekonomideki müjdeli haberin geldiği gün hapishanelerde on bin kişi açlık grevine başladı.
Güneydoğu ayakta.
Kürtler her yanda gösteriler yapıyor.
Aleviler huzursuz.
“Modernler” yaşam tarzlarını tehdit altında görüyor.
CHP’liler bayram gösterisinde polis dayağı yiyor.
Muhalif gazeteciler işlerinden atılıyor.
Hükümeti eleştiren göstericiler hapsediliyor.
Çevre kıyımı bir salgına dönüşüyor.
“Yargıya talimat verdiğini” söyleyebilen bir başbakan hangi mahkûmların avukatlarıyla görüşüp hangilerinin görüşmeyeceğine bizzat karar veriyor.
Yabancı gazeteler, Türkiye’deki siyasi gelişmeleri eleştirel bir dille yorumluyor.
Keyfîlik, sadece ülke içinde kalmayıp ülke dışına da taşıyor, siyasi iktidar durduk yerde Suriye iç savaşında bizzat taraf olup ülkeyi zora sokuyor, PKK’yı tarihinin en güçlü konumuna getiriyor, Yemen yolunda “kaçak silah” taşıyan Türk gemisi yakalanıyor, ülkenin dört yanında bir düşman çemberi oluşuyor.
Her gün işçiler düzenli bir şekilde iş kazalarında ölüyor.
Ekonomik başarıyı, Türkiye’yi demokrasiye taşıyacak kuvvetli bir kaldıraç gibi kullanmak yerine, “tek adam” rejimi oluşturmak için kullanma “kurnazlığı” ülkeyi her yanından tutuşturuyor.
Şu anda içinde bulunduğumuz durum “bilinçli” bir tercihin sonucu.
Bu da, AKP’den ziyade Erdoğan’ın tercihi.
Cumhurbaşkanı ya da başkan olmak da yetmiyor ona, “tek adam” olmak istiyor.
Yargıya da emir verecek, medyaya da emir verecek, muhalefete de emir verecek.
Her şey onun emriyle olacak.
Erdoğan’ın siyasi tercihlerini analiz etmek kolay da onun psikolojisini tahlil etmek, böylesine bir iktidar oburluğunun, “ezme” isteğinin, İttihatçılar’ın Enverland’i gibi bir “Tayyipland” kurma ihtirasının, herkesin hayatına karışma arzusunun köklerini, kaynağını bulmak zor.
Zaten bu bizim işimiz de değil, bunun için psikiyatri bölümünün uzmanlarına danışmak gerekiyor.
Ama gençliğinden beri karşı çıktığı “diktatörlere” içten içe büyük bir hayranlık beslediğini tahmin edebiliriz sanıyorum.
Olağanüstü bir başarı, ne yazık ki siyasi bir obezliğin kurbanı oluyor.
Şu müthiş ekonomik başarının tadını demokrasi içinde çıkarabilirdik, bütün ülke mutlu olabilirdi, özgür ve adil bir ülke kurabilirdik.
Olmadı.
Ekonomide bu iktidara başarılar, faşizm yolculuğunda da başarısızlıklar diliyorum.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.