Güney Kürdistan Başkanı Mesud Barzani geçen hafta İtalya’ya resmi bir ziyaret gerçekleştirdi. İtalyan yetkililer ve Papa’yla görüşen Barzani orada önemli mesajlar verdi.
Barzani, Bağdat yönetiminin haklı taleplerini karşılamaması halinde kendi yollarını çizeceklerini; bağımsızlık için referanduma giderek kendi kaderlerini tayin edeceklerini söyledi. Yani çok açık bir biçimde, ‘Irak‘tan ayrılır, kendi devletimizi kurarız‘ dedi.
Güney Kürdistan Başkanlığıyla Irak merkezi yönetimi arasındaki gerilimeyse petrol konusunun kaynaklık ettiği biliniyor. Gerilimin altında petrol gelirlerinin paylaşımı yatıyor.
Barzani, petrol gelirinden Kürtlerin hakkı olan yüzde 17’lik payın kesintisiz ve şartsız olarak verilmesini istiyor. Bağdat yönetimiyse bunu kesintisiz ve şartsız olarak vermeye yanaşmıyor.
Kürtlerin hakkı olan bu payı tartışmalı bölgelerden (Kerkük-Xanekin-Musul) vazgeçilmesi ve peşmerge ordusunun merkezi orduya bağlanması şartıyla vereceğini söylüyor.
Bağdat Kürt petrolünün gelirlerini Kürtlere karşı tehdit ve şantaj aracı olarak kullanıyor. Bu da Kürtleri ister istemez başka arayışları itiyor.
Güney Kürdistan yönetimi Irak’ın itirazlarına rağmen Türkiye’ye petrol sevkiyatını bu nedenle yapıyor.
Barzani yönetimi Mart ayından bu yana Türkiye üzerinden Avrupa’ya petrol ihraç ediyor. Türkiye üzerinden ihraç edilen Kürdistan petrolünü İtalya ve Almanya satın alıyor.
Mart’tan bu yana yaklaşık 3 milyon varil petrolün gönderildiği İtalya ve Almanya’ya sevkiyat kesintisiz olarak devam ediyor.
25 yıl içinde Türkiye üzerinden Avrupa’ya satılacak petrolün geliri 7 trilyon dolar olarak hesaplanıyor! Buna yakında sevkiyatına başlanacak doğal gazı da eklemek gerekiyor.
Avrupa’nın 22 şirketi petrol ve gaz sevkiyatı için hazırlanıyor. Avrupa bu sevkiyata destek veriyor çünkü, hem hem ucuz petrol ve gaz alıyor hem de enerji alımını çeşitlendirmek suretiyle Rusya’ya olan bağımlılığını azaltıyor.
Kürdistan petrolü ve gazından elde edilecek gelirse Ankara’da (Halk Bankası) toplanıyor. Kürdistan, Türkiye ve Amerika; herkes payını oradan alıyor.
Amerika da pay alıyor ve petrol sevkiyatına bu nedenle göz yumuyor. Mayıs 2013’te yapılan Obama-Erdoğan zirvesinde bunun karara bağlandığı biliniyor.
Amerika’nın görünür itirazıysa Türkiye’nin Kürt petrolünden aldığı payın yüksekliğinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla bu payı azaltmaya çalışıyor fakat, Türkiye yanaşmıyor.
Tabii bu arada Kürtlere siz ne diyorsunuz diye soran olmuyor! Bu gelirin ne kadarının Kürdistan’a gideceği ve orada nasıl değerlendirileceği; halkın bunun ne kadarından ve nasıl istifade edeceği bilinmiyor.
Bu meseleyi başka bir yazıda ele alacağım için girmiyorum ama petrol zengini Kerkük’te yoksulluk ve sefaletin kol gezdiğini; bunu birkaç yıl önce gittiğim bu kentte içim yanarak gözlemlediğimi yeri gelmişken söylemek istiyorum.
Öte yandan Kürdistan’ın petrol sevkiyatından en karlı çıkan ülkenin Türkiye olduğu anlaşılıyor. Petrole yılda 60 milyar dolar harcayan Türkiye şimdi petrolu neredeyse bedavaya alıyor. Buna rağmen en pahalı akaryakıtı da bu ülke kullanıyor!
Türkiye ayrıca uluslararası piyasaya satıştan da yüzde 20 dolayında pay alıyor! 7 trilyon Dolarlık gelir Türkiye’den geçiyor ve bu ülke bunun yüzde 20’sini kendisine alıyor!
Bunun yan ürünleriyle birlikte Türk ekonomisine yapacağı katkının hayati olacağı anlaşılıyor. Türk ekonomisi bundan böyle Kürdistan petrolüne bağımlı olarak gelişeceğe benziyor.
Türkiye’nin bu nedenle Barzani’yle ilişkilerini daha da güçlendireceğini, hatta uygun bir konjonktür yakaladığında onunla birleşebileceğini hesaba katmak gerekiyor.
Elbette bu tek başına yetmiyor! Türkiye’de ekonomik istikrarın sağlanmasının yolu sonuçta siyasi istikrarın sağlanmasından geçiyor.
Bunun için de savaşın sonra ermesi; içeride özgürlükçü ve demokratik yeni bir siyasal sistemin inşa edilmesi gerekiyor.
Güçlü bir ekonominin yolu her şeyden önce güçlü bir demokrasiden geçiyor. Güçlü demokrasinin yoluysa gelinen aşamada artık İmralı’dan; Öcalan’ın Türkiye’nin önünde koyduğu barışçıl-demokratik çözümden geçiyor.
Türkiye’nin demokratik değerler ekseninde özgürleşmesinin ve refah düzeyini yükseltmesinin anahtarını şimdi Öcalan elinde tutuyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin Öcalan’la da ilişkilerini en az Barzani kadar güçlendirmesi gerekiyor. Herşeyden önce de Öcalan’ın da en az Barzani kadar hareket serbestisine sahip olması; yani özgür olması gerekiyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.