Yazıya üç ayrı alıntıyla başlamak istiyorum: Önce Başbakan’ın başdanışmanı AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan’ın Akit Gazetesi’ne söylediklerinden:
“Hükümet-İmralı görüşmeleri devletin bir acziyeti, zaafı, bir yenilgisinin neticesi değil. Terör örgütünün hedeflerinin boşa çıkartılmasının, ciddi bir bozgun ve hezimet yaşamasının neticesinde gelinen bir nokta. Yani İmralı, eskiden buna Oslo süreci de dahil, ne kadar çok eylem olursa ben o kadar muhatap alınırım anlayışındaydı. Bu yüzden eylemlerin olmasını da bu şekilde el altından destekliyordu. Eylem olduğu kadar kendisinin ciddiye alınacağı kanaatine sahipti. Şimdi devlet ne yaptı? Bütün kapıları kapattı. Hem güvenlik politikalarıyla örgütü durdurdu hem İmralı’yla diyalogu kesti. Avukat görüşmeleri vs. bu irtibatı kesti. Örgüt bu eylemleriyle seni İmralı’ya gömdü, seni boşa düşürdü ve ben de bu şeyi kesiyorum dedi. Ve İmralı bir anda anlamsızlaşmaya başladı. Şimdi İmralı şunu görüyor: Burada konsept değişti. Artık örgüt eylem yaparsa muhatap alınırım değil, örgüt eylem yaparsa ben burada anlamsızlaşıyorum, bertaraf ediliyorum, devre dışı bırakılıyorum. Bunu gördüğü için örgütün eylem yapmasını isteyeceği kanaatinde değilim İmralı’nın.”
İkinci olarak Oslo görüşmelerinde de yer alan PKK yöneticilerinden Mustafa Karasu’nun Yeni Özgür Politika Gazetesi’ndeki dünkü yazısından:
“AKP Hükümeti 2012 yılında Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezme üzerine bir konsept uyguladı. Çok boyutlu olan entegre bir planlamayla tasfiyeyi gerçekleştirme ya da marjinalleştirmeyi hedefliyorlardı. Ancak 2012’de AKP’nin düşündükleri gerçekleşmedi. Kürt Özgürlük Hareketi sadece Türkiye içinde değil, Ortadoğu’da da dengeleri etkileyen siyasi bir güç haline geldi. Kürt halkının Özgürlük Mücadelesi AKP’yi ise içeride ve dışarıda politik çıkmazlar içine soktu. İmralı ile görüşmelerin yeniden başlaması bu koşullarda gerçekleşti.”
Son olarak BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın önceki günkü Meclis grup konuşmasından:
“Yendik, bitirdik, ezdik, şimdi sıra teslim almaya geldik yaklaşımını kimseye anlatamazsınız. Zaten İmralı’ya giden heyetiniz de böyle denmediğini biliyor. Yendiyseniz neyi müzakere ediyorsunuz? Yenme ve yenilme üzerine kurduğunuz diyalog süreci sakıncalı olacaktır.”
Kim kazanıyor, kim kaybediyor
Kuşkusuz herkes siyaset yapıyor. Bu nedenle kendisini olduğundan daha güçlü, karşısındakini de olduğundan daha güçsüz göstermeye çalışıyor. Bunda kınanacak, eleştirilecek pek bir şey yok. Ancak Türkiye’nin en eski, en yıpratıcı sorununu nihayet çözmek için kollar sıvanmışken tarafların herbirinin sözlerini daha dikkatli seçmesi de şart.
Kaldı ki “örgütün hesabı boşa çıktı”, “devlet düşündüğünü gerçekleştiremedi” gibi tespitler hem doğru, hem yanlış. Çünkü son dönemde her iki taraf da, kendi stratejisini egemen kılmaktan çok karşısındakinin stratejisini boşa çıkartmak için çabaladı ve kısmen de bunda başarılı oldu. Sonuçta mutlak anlamda kimsenin kazanmayıp, yine mutlak anlamda kimsenin kaybetmediği yıpratıcı bir aşamadan sonra yeni İmralı süreci başladı veya Oslo süreci verilen uzun aradan sonra yeniden ele alındı.
“Kimse kazanmadı ama kaybetmedi de” ama yeni sürecin başlamasının esas nedeni yakın gelecekte her iki tarafın da kaybetme ihtimalinin hayli yüksek olmasıydı. Nitekim Abdullah Öcalan’ın Başbakan Erdoğan’a yolladığı mektubun -ya da mektupların- ana temasının “bu gidişle hepimiz kaybederiz” olduğu söyleniyor. -Mektup demişken, bu mektubu (ya da mektupları- Başbakan’a ileten ve Levent Gültekin’in www.gazeteciler.com sitesinde yer alan yazısındaki tespitle “bu süreci başlatmak için kendini masaya koyan” Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e teşekkür etmek gerek.)
Öcalan’ın “bu gidişle hepimiz kaybederiz” derken esas olarak bölgemizdeki tüm Kürtleri yakından ilgilendiren gelişmeleri kastetmiş olabileceğini, “Kürdistan sorununun figüranı değil, başrol oyuncusu olma fırsatı” (http://rusencakir.com/Kurdistan-sorununun-figurani-degil-basrol-oyuncusu-olma-firsati/1917) başlıklı yazıda bir ölçüde ele almıştık, bundan sonraki yazılarda da bu tartışmayı sürdürürüz.
Gülen’in angajmanı
Şimdilik barışın olmaması durumunda Türkiye’yi neyi beklediği konusunda bir başka kişiye başvuralım. Bu seferki alıntımız Fethullah Gülen’ün www.hercul.org sitesinde çıkan mesajının son bölümünden olacak:
“Güzergâh emniyetini tehlikeye atmamak lazım. Ülkenin parçalanmasına meydan vermemek lazım. Devletimizin bir devlet-i aliyye olması istikametinde yoluna devam etmesini sağlamak lazım. Devletler muvazenesinde muvazene unsuru olmasını sağlamak lazım. Bu kadar vâridâtı, getirisi olan bir şey karşısında bazen kafamıza uymayan şeylere de katlanabiliriz.”
Gülen’in, yeni İmralı sürecinin ana amacının Türkiye’nin bölünüp parçalanmasının önünü almak olduğunu görüp bunun başarısına angaje olması son derece olumlu. Öncelikle Gülen hareketinin küresel boyutlardaki güç ve imkanlarının bu sürece katkıda bulunma ihtimali çok önemli. İkinci olarak, devlet içindeki bazı odakların PKK ile müzakerelere karşı çıkmalarının meşruiyet zemininin bu açıklamayla ortadan kalkacağı da muhakkaktır.
Erdoğan’ın Erbakan’a verdiği Kürt raporu
Önceki gün twitter’da Tayyip Erdoğan’ın İstanbul İl Başkanı iken hazırlattığı ve Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’a sunduğu Kürt raporunu hatırlatınca yoğun bir ilgiyle karşılaştım. Bugün olup bitenleri anlamada belli ölçülerde yardımcı olabilecek bu raporun bir özetine şuradan ulaşabilirsiniz: http://rusencakir.com/Erdoganin-16-yil-once-Erbakana-verdigi-Kurt-raporu/882
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.