Bundan 14 yıl önceydi. 16 Şubat 1999 günü saat 11’de Başbakanlık Basın Merkezi’de elindeki kağıdı titreyerek okuyan dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, kameralara şöyle sesleniyordu: “Değerli gazeteci arkadaşlarım; sizlere ve aziz milletimize bir haberim var. Bu sabaha karşı 03.00’ten itibaren... Abdullah Öcalan Türkiye’dedir. Dünyanın neresinde olursa onu ele geçireceğimizi söylemiştik, bu devlet sözü yerine getirildi!”
Ecevit, aradan 6 yıl geçtikten sonra (2005) bu kez, ‘Amerika Öcalan’ı bize neden teslim etti, halen anlamış değilim’ diyecekti ama, o gün kimse işin bu yanıyla ilgili değildi. O gün Kürt tarafı derin bir üzüntü, Türk tarafı ise tam bir zafer (!) sarhoşluğu içindeydi. Kimse gerçeğin görülmesini, devletin kazandığı zaferin (!) gölgelenmesini istemiyordu.
Oysa gerçek daha ilk günden belliydi.
PKK lideri Öcalan Amerika’nın baskısı sonucu Suriye’yi terk etmişti. 1979 yılı yazından itibaren yaşadığı Suriye’yi 9 Ekim 1998 günü terk etmiş, aynı gün Yunanistan’a gitmişti.
Ancak Yunanlı parlamenterlerin davetine rağmen Yunan hükümeti Öcalan’a ülkeye giriş izni vermemişti. Yunanistan’dan Rusya’ya gönderilmişti. Orada iltica etmişti ve Rus Duma’sı iltica talebini kabul de etmişti.
Ne var ki o dönem derin bir ekonomik kriz yaşayan ve bu yüzden Amerikan desteğine muhtaç olan Rus hükümeti de Öcalan’ın Rusya’da kalmasına izin vermemişti.
Öcalan Rusya’dan İtalya’ya gitmişti. Fakat, Avrupa Birliği’nin özellikle de Almanya’nın yalnız bıraktığı İtalyan hükümeti de Amerikan baskısına göğüs gerememişti.
Öcalan’ı yeniden Rusya’ya, oradan Tacikistan’a, sonra yeniden Yunanistan derken 130 günlük takip sonucu 15 Şubat 1999 akşamı Kenya’nın başkenti Nairobi’den kaçırılmış, havaalanında bekleyen Türk timine teslim edilmişti.
Ortadoğu’da oluşacak yeni dengelerde PKK ve Öcalan’a yer vermek istemeyen, Kürtleri Barzani liderliğinde birleştirmek ve Güney liderliği üzerinden Türkiye’ye entegre etmek isteyen, Büyük Ortadoğu Projesi’nde (BOP) Türkiye’ye özel bir misyon biçen Amerika, bölgesel hedefleri önünde ciddi bir engel haline gelmiş Öcalan’ı ve partisini bu yüzden tasfiye etmek istemiş, bu amaçla Türkiye’ye teslim etmişti. Türk devletiyse süreci deyim yerindeyse izlemekle yetinmişti. Ecevit bunu aradan 6 yıl geçtikten sonra itiraf etti.
Öte yandan Öcalan operasyonu başladığı günlerde PKK Türk devletiyle ‘ateşkes’ halindeydi.
Öcalan, kendisine elçiler gönderen Genelkurmay Başkanlığı’nın önerilerini ciddiye almış, Eylül 1998’den geçerli olmak üzere ateşkes ilan etmişti. Ateşkese rağmen ama, Amerika ve İsrail devreye girmiş, 28 Şubat cuntasını da peşinden sürüklemişlerdi.
Sık sık ‘sorunu kendi aramızda çözelim’ mesajı gönderen Genelkurmay, Öcalan teslim edildikten sonra da sorunu çözmeye değil, Kürtler’den intikam almaya yöneldi.
PKK, Öcalan’a yönelik komplonun ardından ateşkese son vermiş, Türkiye’yi yangın yerine çevirmişti. Türkiye yüklesen Kürt tepkisinin önüne geçemiyordu. Bu yüzden bir devlet heyeti İmralı’daki Öcalan’a gitti ve ondan savaşı durdurmasını, ‘demokratik çözüme fırsat verilmesi’ amacıyla gerilla güçlerinin sınır dışına’ çekilmesini istedi.
PKK lideri partisine bu yönlü çağrılar gönderdi ama, PKK kabul etmedi. PKK Konseyi, ‘Önderliğimiz özgür olmadan söylediği hiçbir şey onu ve bizi bağlamaz’ karşılığını verdi.
Fakat komplonun tahribatı ağırdı. PKK içeride ve dışarıda ciddi sarsıntılar yaşamaktaydı. Bu yüzden tavrında ısrarlı olamadı.
Mecburen geri çekildi ve 2 Ağustos süreciyle birlikte devlete sorunu çözmesi için hayati bir fırsat daha verdi.
Türk ordusu bu fırsatı da çözüm için değil, intikam amacıyla değerlendirdi. İlkel bir kabile siyaseti izledi ve geri çekilen gerilla güçlerine peş peşe saldırılar düzenledi. Geri çekilme günlerinde 500’e yakın gerilla; Kürt halkının yetiştirdiği birbirinden değerli 500’e yakın insan hayatını kaybetti.
Kürt halkı bu süreçte çok ağır bedel ödedi ve PKK de dört yıl içinde tasfiyle yüz yüze geldi. 2004 yılında anca kendine gelebildi. 1 Haziran 2004’ten başlayarak yeniden direnişe yöneldi ve bu sayede de zaten yeniden bölgesel aktör haline geldi. Türk devleti ve ordusu ise içeride ve dışarıda ciddi mevziler kaybetti. Türkiye aradan geçen 14 yılı ‘sürekli kriz’ halinde geçirdi ve nihayetinde de tarihinin en derin siyasi kriziyle de yüz yüze geldi. Bu yüzden ’ben olsaydım Apo’yu asardım’ diyen, Apo’yu as(a)madığı için Ecevit’i eleştiren Erdoğan, şimdi İmralı’nın kapısında ‘medet ve himmet’ bekliyor. Bu yüzden Öcalan’ı Türkiye’ye teslim eden ABD’nin başkanı şimdi İmralı sürecini ‘alkışladığını’ söylüyor. Kürt halkının direniş gücünün nelere kadir olduğu bugün daha net görülüyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.