• BIST 9367.77
  • Altın 2952.122
  • Dolar 34.4839
  • Euro 36.1941
  • İstanbul 7 °C
  • Diyarbakır 5 °C
  • Ankara 10 °C
  • İzmir 17 °C
  • Berlin 2 °C

Düşünce Özgürlüğü Konferansı

Murat Belge

Avrupa Birliği ve bazı başka kuruluşların bir arada düzenlediği, Avrupa Birliği’ne girmemiş ama girmek isteyen Güney- Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan, düşünce ve basın özgürlüğü konusunda bir konferansa katılmak üzere Brüksel’deyim.

“Avrupa Birliği’ne girmemiş ama girmek isteyen” dedim. Bu tanım Sırbistan ile Bosna’yı ve Montenegro’yu, Kosova’yı ve Arnavutluk’u kapsıyor. Bu ülkelerin yurttaşlarının çoğunluğu AB’ye girmek istiyor. Biz de çağırılmış durumdayız, ama AB’ye “girmek isteyenler” arasında olup olmadığımızdan emin değilim. Gezi protestolarına kadar, girmek istediğimizi söylüyor, ama istiyormuş gibi davranmıyorduk. Şimdi Başbakan’ın konuşmalarına bakılırsa, Avrupa Birliği de Başbakan’ın ve dolayısıyla Türkiye’nin düşmanları arasına girmiş.

Başbakan’ın öfkesi dinmek bilmiyor; öfkelendikleri de bitmek bilmiyor. Avrupa’sı, Amerika’sı, iç düşmanı, dış düşmanı, “faiz lobisi”, hepsi sıradan geçti. Hepsinin haddi bildirildi. Bu münasebetle AB ile kalan bağlarımızı da koparırsak, hiç şaşmamak gerek.

Nitekim, Başbakan, AB’den, AB Parlamentosu’ndan gelen açıklamayı “tanımadığını” da söyledi.

Bir “kulüb”e üye olmak üzere başvurduktan sonra “ben sizi tanımıyorum” demek, üyeliği gerçekleştirmenin en iyi yöntemi olmasa gerek. Ama Gezi Parkı eylemleriyle birlikte girdiği yeni ruh hali içinde, Başbakan, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmamasının daha doğru olduğuna karar vermiş olabilir.

Ama, tabii, bu konuda karar verecek başkaları da bulunuyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi olması fikrinden hiç hoşlanmayan Avrupalılar olduğunu biliyoruz. Hele Türkiye onların zihinlerinde canlandırdığı “Türk” ve “Türkiye” imgelerine uygun bir biçimde davranmaya başlayınca, “İşte, biz demedik mi? Bunlar böyledir” diye ortaya çıkıyorlar. Şimdi olan da bu, tastamam böyle. Türk polisinin vazifeşinaslığı “Benim polisim” diye konuşmaktan özel bir zevk aldığı anlaşılan Başbakan Erdoğan’ın gözlerini yaşartabilir ama, başkaları açısından, ille göz yaşaracaksa, bu yaşarmanın nedenleri başka.

Şu ara Merkel’in partisi (herhalde seçim hazırlığının bir parçası olarak) Türkiye’yi bir Avrupa Birliği üyesi olarak görmediğini açıkça ilân etme yolunda. Alman Hıristiyan Demokratları’nın bu tutumu benimsemesi herhalde Türkiye’nin Başbakanı’nı huzursuz etmeyecek, tersine, rahatlatacaktır. Bir yandan, üyeliğin gerektirdiği can sıkıcı “demokratikleşme” yükümlülüklerinden kurtaracak, bir yandan da, Başbakan’ın yeni siyasî yaklaşımının önemli bir ögesi haline getirdiği “zenofobya”nın dayanağı olacaktır.

Burada, Brüksel’de, gelişimizin ikinci gününe rastlayan “Speak Up” (“Konuş” ya da “Sesini Yükselt”) toplantısında Türkiye üzerinde en çok konuşulan ülkeydi. Protestolar herkesin ilgisini toplamıştı. Sürecin bütünü içinde Başbakan’ın gerilimi tırmandıran dili ve emrindeki güvenlik güçlerinin duruma müdahale etme üslûpları ayrıca ilgi toplamıştı. Sonuç, Türkiye açısından, iç açıcı değildi. Son oturumda konuşan Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın söyledikleri de bu havayı değiştirmeye yetmedi.

Yukarıda saydığım öteki ülkelerinde “entegrasyon süreci”nde karşılaştığı bazı zorluklar var. Ama, hiçbirinde bizdeki gibi bir direniş yok. Buna rağmen, Türkiye’nin demokratikleşme potansiyelinin (ve aynı zamanda, demokratikleşmeye karşı direncin) hepsindekinden daha fazla olduğu kanısındayım.

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu yazıya henüz yorum eklenmemiştir.
Yazarın Diğer Yazıları
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89