Şu günlerde dünyada ilginç gelişmeler yaşanıyor sanırım. Umarım ben bunları zihnimde abartıp kendi kendime gelin güvey olmuyorumdur. Solun borusunun ötmediği bir dünyada yaşadığımız için (şöyle böyle otuz yıla yaklaşan bir süredir diyebilirim), bu gelişmeler de neredeyse fark edilmiyor.
Ortadoğu yerinden yekindi ve önemli bir şeyleri de yerinden oynattı. Başlayan sürecin nereye varacağını kestirmek zor, ama statükonun yeniden kurulması da mümkün değil. Öte yandan, Ortadoğu’da olanlara Batı dünyasına eşlik edenler de var: Britanya, İspanya hattâ Güney Amerika.
Bir yandan da ekonomik kriz ve onun yarattığı irili ufaklı patlamalar... Başta Yunanistan.
Bunların arasında bağlantılar, etkileşmeler bulunabilir, kurulabilir mi, şimdilik bilemiyorum. Ama 1968’i andıran bir biçimde, varolan durumdan genel bir bıkkınlık olduğu söylenebilir gibi geliyor.
“Kriz”, bizim solun ezelî ve ebedî beklentisi ve (kaçınılmaz olarak) “sakız”ıdır. Bu son kriz karşısında buna benzer bir tavra girmek istemiyorum. Kapitalizmin krizleri hep olmuştur, gelecekte de mutlaka olacaktır. Şimdiye kadarki krizlerden çıkmıştır, gene çıkması şaşırtıcı olmayacaktır. Sosyalizm kapitalizmin gerçekten rakibi olacaksa, onun krize girmesini beklemekle olacak bir şey değil bu. Kapitalizm, şimdiye kadar birçok krize girip çıktı ama sosyalizmin krizi halen devam ediyor.
1989’da Berlin Duvarı’nın çökmesiyle başlayan yeni dönem, bu duvarın yapılmasıyla hiç ilgisi olmayan solu da anaforun içine çekti. Bunu daha çok konuşacağız; ama, tabii, kapitalist cephe üzerinde de etkileri oldu. Ben bu etkileri “kapitalizmin şımarması” gibi bir genel başlık altında topluyorum. Sanki o duvarın çökmesi “reel-sosyalizm”in başarısından önce kapitalizmin mutlak haklılığına ve rakipsizliğine işaretmiş gibi, kapitalizmin çeşitli düzeylerdeki temsilcileri, sözcüleri, CEO’ları ve daha bilmem neleri müthiş bir havaya girdiler. “Sanallık” denen şey bütün dünyaya egemen oldu. Bu sanallık yeni servetlerin hammaddesi haline getirildi. Bizim halk dilinde “köpeksiz köyde çomaksız gezme” ruh haline giren kapitalizm, böylece, kendinden başka kimsenin biçim veremediği bir ortamda, gidişine kendisi dümen tutarak, yaşanmakta olan krize bodoslama daldı.
Yukarıda dediğim gibi, kriz, kapitalizm için bilinmedik, duyulmadık bir şey değildir. Bunun da yolu bulunur, birkaç kırık çıkık olursa onlarda onarılır, falan filan. Gelgelelim, bu son olayın bizim gibi kapitalizmden hoşlanmayan insanlara önümüzdeki dönemde olabilecekler hakkında bazı ipuçları verebileceğine inanıyorum. Her kriz bir şeyleri sarsar, sarsıntıda dökülen öteberinin ardından, altından, hem o krize bir şekilde neden olan, hem de krizden sonra da devam edecek yeni oluşumlar görünür hale gelir.
Bu oluşumları iyi izlemek, analiz etmek, doğru sonuçlar çıkarmak, sosyalizm açısından çok önemli, en hayatî konu. Tabii, “değişim” diye bir gerçeklik olduğuna, eldeki teorik formasyonun bu gerçekliğin gerektirdiği “değişimler”e açık olması zorunluğuna inanan bir sosyalizmden söz ediyorum. Çünkü bunlara gerçekten inanmayan “sosyalizm” biçimleri de var, hem burada, hem dünyada.
Oysa değişim elbette ki var, hem de çok önemli, temelden değişimler var dünyada. “Niye değiştin? Ne hakla değiştin?” diye kavga edemeyiz hayatla (oysa farkında olmadan tam da bunu yapan çok kişi var).
Önümüzdeki günlerde bu genel durumla ilgili gözlemlerimi ve çıkarılmasının doğru olduğunu düşündüğüm sonuçları yazmayı tasarlıyorum. Bu şimdiki yazı bu dizinin “giriş”i olsun.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.