Dün değil, daha önceki cumartesi Ali Bulaç bir yazı yazdı... "Ev'den camiye!" başlıklı bu yazı Diyanet İşleri'nin kadının dinî ibadet alanında daha aktif olmasını sağlama çabasını ele alıyordu.
Bulaç'a göre bu çabalar "İslam toplumunun geleneksel örfü-icmaı olan geleneksel kadın-mescit ilişkisinin yanlış kurulduğu, kadınların camilerden bu yanlış uygulama sonucu alıkonulduğu ve kadınların Allah'ın önemli kulları olduğu bilincine varamadıkları"nı anlatıyor. Yani Bulaç'a göre kadına yer açmaya çalışan Diyanet, aslında yüzlerce yıllık İslamî örfün yanlış olduğunu ima etmekte. Bakalım Diyanet bu ağır yükün altından nasıl kalkacak? Belki önümüzdeki günlerde görürüz. 'Belki' dedim, çünkü anlaşılan o ki Müslüman toplum bu konularda Ali Bulaç kadar kaygılı değil. O nedenle (mazallah) bu olay da hiç tedirginlik yaratmadan kendi mecrasında gidebilir ve bir bakarsınız kadınlar dinî ibadet açısından neredeyse erkekle eşit olmuşlar.
Öte yandan Bulaç'ın bu konuların tartışılmasına yönelik güçlü bir arzusu olsa da, konu birkaç ilahiyatçının kendi aralarındaki sıkıcı tartışmasına takılıp kalırsa hiçbir anlamlı sonucu olmaz. Bu nedenle Müslümanların konuyla ilgilenmesini tahrik edebilecek bir kanal açmak gerekiyor. Bulaç da (ne yapsın?) her zamanki gibi İslamî toplumun örfünde yaşanmakta olan değişimleri 'Batı merkezli' münafıklıklara yükleme yolunu tutmuş. Örneğin meğerse aylar önce TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner bir konuşmasında şöyle demişmiş: "Türkiye'nin erkek bakış açısına hapsolmayan bir kadın-erkek eşitliği politikasına ihtiyaç var." Tabii Bulaç hemen bu haberi kesip, 'gün gelir lazım olur' diye dosyasına koymuş. Nitekim Diyanet'in kadın hassasiyeti tebarüz edince, bu haber de tam yerine oturmuş. 'Tam yerine oturmuş' derken, Ümit Boyner'in Diyanet'in bakışını temsil ettiğini, veya bir rüya sonucu sabah kalktığında kendisini daha Müslüman hissettiğini iddia edecek değiliz. Haberin işlevi modern ve laik bir insanın da sonuçta Diyanet İşleri Başkanı ile aynı zaviyeden baktığı izlenimini vermesinde. Bu durumda İslami gelenek ve örfün bozulması konusunda Diyanet (tabii ki bilmeden) sinsice uygulanan laik söylemin parçası haline gelmiş oluyor. Böylece belki daha çok sayıda dindarın da Diyanet'e eleştiri yöneltme ihtiyacı duyması sağlanabilir...
Ne var ki bunu sağlamak tek bir yazıyla mümkün değil. Herhalde Ali'nin de iki günde bir Diyanet'i hedefe koyan bir yazı yazması hoş olmaz... Kısacası Ali Bulaç'ın bir tartışmaya ihtiyacı var. Ama bunu kiminle yapacak? Daha doğrusu, modern ve laik kesimden kim çıkıp da Ali Bulaç'la tartışacak? Eğer Ümit Boyner şiddetli bir polemik kaleme alsa ve aylar önce söylediklerinde ısrarcı olduğunu söylese ne güzel olurdu! Ama yapmaz... Oysa Ali'nin söyledikleri muhakkak ki daha bitmemiştir. Son dönemde içi biraz dolmuş sanki... Acilen bir polemik gerekiyor.
O da Boyner'in sözlerine atfen şöyle devam etmiş: "Bu replik, Batı merkezli olarak formüle edilmiş resmî görüştür, şirretliği feminizm diline çevirmiş mütecaviz birinden duyabileceğiniz gibi, daha rafine versiyonuyla Etyen Mahçupyan'dan da okuyabilirsiniz." Şimdi durup dururken bu Etyen Mahçupyan da nereden çıktı diye düşünenler olmuştur. Bense şöyle düşündüm: "Ali'nin bana ihtiyacı var... Ben olmasam bu İslamî kesimde ağız tadıyla tartışacağı tek bir adam bile yok. Olanların da toplum nezdinde istenen etkiyi yaratma ve Ali'yi farklılaştırma özellikleri bulunmuyor. Oysa ben modern, laik vs. olmanın ötesinde Müslüman, hatta dindar bile değilim. Yani benimle tartışmak Ali için Batı ile tartışmak gibi bir şey."
Ancak atılmış olan bu 'oltaya' geleceğimin de bir garantisi bulunmuyor. İyi ki Ali beni Batı'nın resmî görüşünün 'rafine' savunucusu ilan etmiş. Çünkü kaba savunuculuk yapanlarda bir çiğlik olsa da, nihayette tehlikeli değildirler. Asıl siz o 'rafine' savunuculardan korkun! Çünkü daha siz işin farkına bile varmadan, bakarsınız aklınıza demokratlık falan gibi haşa 'bizim' geleneğimize ve örfümüze uymayan fikirler sokarlar. Ali de tahrik edici olmak istemiş... Oysa o cümle pek de tahrik edici değil, çünkü kör gözüm parmağına basmakalıp bir klişe olarak ikide bir Ali'nin yazılarında tekrarlanıp duruyor ve maalesef yazarın 'suçlama ihtiyacını' örtmekte aciz kalıyor. Ama o cümlenin tahrik edici olma arzusu taşıdığını görmezden gelemezdim. Her yazar, diğer yazarlardan biri böyle acz içinde yardım talep ettiğinde o davete icabet etmeli bence...
Dolayısıyla bu yazının sadece tek bir amacı var: Ali'nin bu konuda bir yazı daha yazabilmesi. Karşımızda 'dindarlığın değişimiyle din elden gidiyor' korkusu yaşayan ve sesini duyuramayan bir 'kardeşimiz' var. Ali sosyoloji okuduğu için, dindarın dini değiştirebileceğini ama hiçbir dinin dindarı belirleyemeyeceğini bir yerlerde okumuştur herhalde. Burada bir bilgi eksikliği olduğunu sanmıyorum... 'Bilgiye direnç' demek daha doğru.
Neyse zaten konu Ali ile Diyanet arasında! Ama bana ihtiyaç duyarsa yine yardımım olur. Adımı uygun bir cümleye sıkıştırsın yeter...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.