Değerli dostlar, sevgili okurlar,
Parti başkanlığından ayrıldığımdan bu yana koşuşturmalar azaldı, kendime ayırdığım zaman arttı.
Ama bununla gezip tozduğumu, tiyatrolara sinemalara filan gittiğimi sanmayın. Hayır, ne yazık ki sinemaya, tiyatroya, konsere gitme gibi güzel alışkanlıklar gençlik yıllarımda kaldı.
Siyasete girdiğim günden beri kendimi ulusal kurtuluş ve sosyalizm yolunda öyle bir devrim rüzgarına kaptırdım ki örgütlenme, seçim gezileri, cezaevleri, göçmenlik derken yıllarca eşimin, çocuklarımın yüzünü bile göremez oldum. Hatta on yıllarca ülkemden uzak kaldım.
Yalnız benim değil, o kuşaktan birçoğumuzun yaşamı böyle geçti. Devrim hep önümüzde, yakınımızda idi. Umut ve heyecan yüklüydük. Saba Melikesi Belkıs’ın parmağındaki Mühr-ü Süleyman’ın peşinde koşan Ali gibiydik. Tam Belkıs’ı yakalayıp mührü kapacakken o elimizden balık gibi sıyrılıp kaçıyordu.
Bundan pişman mıyım? Hayır. Para-post için değil, güzel şeyler için, haklı bir dava için mücadele ettik. Bence bu, pişmanlık değil, onur duyulacak bir hayattır. Yıllar önce yazdığım “Dayanmak Benim Kaçınılmaz Maceram” başlıklı şiirimde şöyle diyorum:
Nice dönek olsa tuttuğum dal, bastığım toprak
Nice yollar ayrılsa ve çökse sessizliğin çanı
Deneyden geçmiştir bilesin
Bu yaşamaya vurgun, bu çılgın, iflah olmaz yürek
Çünkü dünyanın dünya olması böyledir ancak
Yaşamın yaşam
Çünkü dayanmak benim kaçınılmaz maceram
Bugün henüz önümüze koyduğumuz hedeflere ulaşmış olmasak bile o hedefler önümüzde duruyor. Kürt halkının özgürlük mücadelesi sürüyor. Sosyalizm için mücadeleye gelince, insanlık ne yazık ki bu yolda ilk büyük denemede başarısız oldu. Belli ki insanoğlu, gerçek anlamda eşit, özgürlükçü, sömürüsüz toplumu, yani sosyalizmi kuracak derecede olgunlaşmamış. Ama bu mücadele sürer. Sosyalizm ideali hep önümüzde olacak. Bunu başaramadığı sürece insanlık gerçek barışa ve uygarlığa ulaşamaz.
Başkanlıktan ayrıldıktan sonra kendime ayırdığım zaman arttı demiştim. Aslında kendimden çok, siz okurlarıma ayırdığım zaman desem daha yerinde olur. Çünkü şimdi yazmak için eskisinden çok daha fazla zamanım var. Eskiden haftada, on günde bir yazardım, şimdi iki günde bir, hatta daha sık yazıyorum.
Yazmak, söyleyecek şeyi olmaktır, siyasetle ilgili ya da siyaset dışında. Bir rubaimde, “Dostum, artık yazılmayan, söylenmeyen şey mi var?” desem de, söylenecek şeyler insan yaşadıkça bitmez.
Malum, yazılarım genellikle sosyal medyada dost sitelerde, ya da face sayfamda yayınlanıyor. Geçmişte de çoğunlukla kendi elimizle çıkardığımız aylık dergilerde, 15 günlük ya da haftalık gazetelerde yazardık. Yüksek tirajlı düzen basını doğal olarak bize kapalıydı.
Bir başka deyişle yazdıklarımız yüzbinlere ulaşmıyor. Ama sözün bir değeri varsa o eninde sonunda kendi yolunu bulup insanlara ulaşır. Yeri zamanı gelmiş düşünceler insanların gönlünde yer bulur. Hatta öyle zaman olur ki size kapılarını sıkı sıkı kapayanlar bile bu kapıları kendi elleriyle açmak gereğini duyarlar.
Benim hayatımda da zaman zaman bunlar oldu. 1993’te böyle olmuştu. Kürt sorununu yok sayan, görüşlerimizin kitlelere ulaşmasından ödü kopan, bize nice baskılar, zulümler uygulayan ve böylece, 1960’lı 70’li yıllarda barışçı şekilde gelişen Kürt hareketini kendi elleriyle terörize eden, en barışçı sesleri bile susturan sistemin sahipleri, en azından onlar içinde bir parça sağduyu sahibi olanlar, günü geldi, silahların susması, şiddetin son bulması için desteğimize gerek duydular, mikrofonları bize uzattılar.
Ama bu çok sürmedi. Şer güçleri yeniden ağır bastılar ve şiddet sarmalı hızlanarak sürüp geldi. Derken 2002’de kitleler, sorunları çözemeyen, ülkeyi şiddet batağından çıkaramayan, böylece aynı zamanda ağır bir ekonomik krize sokan sorumluları, anlı şanlı düzen partilerini bir yana itti, yönetimi değiştirdi, AK Parti hükümet oldu. Yeni yönetim de düzenin şer güçleri tarafından tehdit ediliyordu; bu nedenle demokrasi ve barış güçlerinin desteğine ihtiyacı vardı.
İşte bu ortamda mikrofonlar bir kez daha bize uzandı. Gazeteler, TV muhabirleri yurt dışına koşturup geldiler. Söylediklerim gazetelere sürmanşet oluyordu. Ünlü televizyonların ekranları bize açılmıştı. Öyle ki yurda dönüşümden hemen önce ve dönüşümden sonra bu ilgiden adeta bunaldım.
Ama bu dönem de geçti. Çünkü yalnızca barışçı bir ses değildim, aynı zamanda Kürt halkının haklı ve temel taleplerini dile getiriyordum. Öyle olunca, şiddet karşıtı tutumumdan memnun olan çevreler, dile getirdiğim istemlerden pek de hoşlandılar denemez. Medyanın tavrı değişmeye başladı. 2014 Mart Yerel Seçimleri’nden birkaç ay önce bana ve Partim HAK-PAR’a yönelik tam bir sansür başladı ve seçim sonrasına kadar sürdü. Bugün bile, bazı istisnaların dışında bu sansür kırılmış değil.
Çünkü bu arada yeni yönetim de yerini sağlamlaştırdı veya sağlamlaştırdığını düşündü. İdeolojik olarak öncekilerle farklı bir renk taşısa da (öncekiler Kemalist ve sözde laik, bu ise dindar-İslami) düzenin ve devletin çıkarları bakımından tutumu ve refleksleri farklı değildi.
Üstelik, Hükümet bu arada İmralı üzerinde denetim kurdu ve Öcalan eliyle, şiddetin kaynağı olarak gördüğü kesimi yönlendirmeye başladı, en azından yönlendirebileceğini düşündü ve bizim gibi barışçı –ama aynı zamanda Kürt sorununda gerçek ve adil bir çözüm isteyen- seslere ihtiyacı kalmadı.
Tüm bunlara hiç şaşmadım. Gençliğimde nasıl parayı postu hiç umursamadan yolumu çizdimse, ezilenlerin yanında yer aldımsa, yani zoru seçtimse, bugün de yaptığım o. Büyük TV kuruluşlarının ekranlarına, yüksek tirajlı gazetelerin sayfalarına ya da köşelerine imrenmedim. İmrensem ben de birileri gibi yapardım ve bu konuda onlardan çok fazla şansım vardı. Ama ben mazlumların, hakkı yenenlerin yanında olan, doğruları söyleyen şair ve sosyalist olmayı tercih ettim. Yüzlerce yıl önce bir Latin şairinin, Roma’nın zengin Mısır Valisi’ne söylediği gibi, şöyle dedim:
“Kim istese senin gibi olabilir,
Ama taş çatlasa benim gibi olamazsın.”
Evet sevgili okurlar, piyasada post ve para için, yıllar yılı savunur göründüğü değerleri bir yana atıp koşturan öylesine çok insan var ki. İlkeler, amaçlar onların elinde fırıncı hamuru gibi. Akşamdan sabaha yön ve saf değiştiriyorlar.
Böylelerini hayatım boyunca çok gördüm ve seçimlerin yaklaştığı şu günlerde onlar yine bir post kapmak için seferberler. Bu durum mide bulandırıyor.
Ama işte, onurlu, ilkeli insanlar için işin güzelliği de burada; her şeye rağmen doğru yolda yürümek… Güçlünün değil, haklının yanında olmak…
Toplumların ve bir bütün olarak insanlığın hayatındaki tüm olumlu değişimler ancak böylesine tutarlı, kararlı, özverili insanlarla mümkün olmuştur.
Para ve post düşkünlerinin yanı sıra böyleleri de hep vardı, hep olacak.
Dostlarım, iyi ki varsınız!
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.