Geldiğimiz aşamada çözüm sürecinin önünde aşılması gereken ciddi engeller var.
Süreç donmuş durumda, siyasi iklim buna işaret ediyor.
Hükümet temsilcileri Kürt tarafını suçlayarak söze başlıyor, yaşanan kopukluğun nedeni olarak onları gösteriyor ve sürecin yeniden başlaması için kimi önşartlar ileri sürüyorlar.
Kürt tarafı, keza, her fırsatta, hükümete ağır eleştirilerde bulunuyor. Kandil'den gelen açıklamalar AK Parti'yi suçlayan, hala IŞİD işbirlikçisi gösteren istikamette, HDP ise hükümetin verdiği sözleri yerine getirmediğini sürecin bu yüzden kesintiye uğradığını vurguluyor.
Bu ithamlar 'sorun'u anlamak için elbet kimi ipuçları verir.
Ancak sanırız, esas olan, bu ithamlar ve siyasi mantıkları değil, onların karşılıklı olarak üremesine zemin hazırlayan durumdur.
Durum şu: Taraflar için farklı beklentiler, niyetler, hedeflerle başlayan bir görüşme süreci, bugün, bu makas farkı nedeniyle yürüyemeyecek duruma gelmiştir.
Zira bir yandan makas farkına rağmen alınabilecek mesafe tamamlanmış, taleplerle yüzleşme ve mutabakat üretme safhasına gelinmiştir. Öte yandan yeni bölge dinamikleri, ortak Kürt alanı oluşumu, Kürt tahayyülünün tazelenmesi ve özellikle Rojava üzerinden Türkiye'nin Kürt sorununun dinamikleri artan ve ülke dışına taşan bir istikamette ilerlemiştir.
Peki bundan sonra nasıl yol alınabilir?
Çözüm sürecinin yol alabilmesi için açılması gereken dört tıkanıklık alanından söz edebiliriz.
İlk tıkanıklık 'Rojava meselesi'nin çözüm süreci üzerindeki baskısıdır.
Bu baskıyı kısa vadede azaltacak ve azaltan unsur, simge şehir haline gelen Kobane'nin korunmasıdır. Uluslararası seferberlik, Türkiye'nin politikalarında Rojava'ya özgül bir ağırlık vermesi, Kürtlerin ortak eylemleri bu koşulu şimdilik kaydıyla sağlamış görünüyor. Ancak baskıyı orta vadede azaltacak asıl unsur, PYD'nin Esat rejimiyle her tür bağlantısını kesip ÖSO'yla yakınlaşması, buna karşılık Türkiye'nin PYD'nin varlığıyla ilgili tutumunu esnetmesidir.
Kabul etmek gerekir ki 'katar' doğru istikamette ilerlemektedir.
İkinci tıkanıklık alanı '(Kürt beklentisi) müzakere ile (hükümet siyaseti) takdir' arasındaki mesafenin bir ölçüde azaltılmasıdır. Burada ana sorumluluk siyasi iktidarındır. Çözüm sürecini tek taraflı 'demokrasi aşıları'yla götürmek yerine, çözüm kalemlerinin neler olacağına ve bunların nasıl uygulanacağına Kürtlerle etkileşim içinde karar verilmesi mümkündür. Vatandaşlık tanımı, yerel yönetimler gibi konularda bu interaktif yöntem, bir tür müzakere, nihayetinde alınacak kararların meclise sunulmak koşuluyla, pekala atılabilecek bir adımdır. Bu olmaksızın yol almak git gide zorlaşmaktadır.
Müzakere meselesinin bir de yan adımı vardır ki o da üçüncü alan olarak karşımıza çıkar. Bu, Öcalan'ın hareket imkanlarıyla ilgili alandır. Türkiye çözüm sürecini esasen Öcalan'la yaptığı görüşmeler ve vardığı mutabakatlar üzerinden yürütüyor. Ancak Öcalan tüm alana hakim olamıyor. Bu durumda Kürt siyasi hareketinin dağınıklığını aşmak, sürece hakim olmak ve yol kazalarını engellemek için Öcalan'ın bu süreci yürütme imkanları genişletilmelidir. Böyle bir adım aynı zamanda bir ölçüde şeffaflaşmayı da beraberinde getirir. Kamuoyunu gözlemci ve hakem kılar.
Dördüncü nokta ise Kürt tarafına düşen bir sorumluluğa ilişkindir. Kürt siyasi hareketi uzunca bir süredir sisteme özerk bir biçimde eklemlenmek üzere devletle görüşmeler yapma arzusunu dile getiriyor ve son dönemde bunu gerçekleştiriyor. Ancak aynı hareket Kürt alanında bir tür paralel devlet dokusu oluşturur gibi adalet, asayiş, tapu, maliye, vs işlevleri içeren bir yapılanma peşinde koşuyor. Bunlar bugün biri öne diğeri geriye atılan, aynı anda gerçekleşemeyecek iki adımı ifade ediyorlar. Kürtler, siyasi iktidarın 'kamu düzeni' olarak adlandırdığı meşruiyetçi çizgiye dönmeden görüşmelerin derinleşmesini bekleyemezler. Burada izlenmesi gereken yol, bu alanın denetimi değil, yapılandırılmasıdır. Bu yapılandırma ise bir mutabakatla yerel yönetimlar reformu üzerinden karşılık bulur.
Bunların hiç biri aşılmayacak tıkanıklıklar değil...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.