PKK, 7 Haziran seçimlerinden önce Abdullah Öcalan’dan gelen çağrı üzerine silah bırakıp bir yöntem olarak şiddet eylemlerini terk edeceğini ilan ederse, bundan sandıkta en çok kim faydalanır?
AKP mi?
Hayır. Tabii ki HDP...
HDP bütün anketlerde yüzde 10’luk baraj engelini aşmaya yakın görünüyor. Kuvveden fiile geçmesinden vazgeçtik, silahsızlanma etrafında olumlu, samimi ve ikna edici bir gündem yaratılması bile, bazı koşulların da yerine getirilmesiyle birlikte HDP’nin barajı geçmesini sağlayabilir. Nedir bu “bazı koşullar”?
Kürt hareketi ile AKP iktidarı arasında seçimden sonra “başkanlık sistemi”ni dayatacak bir anayasasının yapılması konusunda herhangi bir gizli anlaşmanın olmadığının hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde bilinmesidir.
HDP sözcülerinin ve bilhassa Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş’ın soru gelmesini beklemeden, her fırsatta ve net ifadelerle, Erdoğan’ın “Türk tipi başkanlık” diye satmaya çalıştığı diktatörlük modeline karşı olduğunu açıklamasıdır. Kısacası, muvazaa kuşkusunun kalmışsa kırıntısı, bunların da ortadan kaldırılması şarttır. Bu maksatla da “İmralı süreci”nin olabildiğince şeffaf hale getirilmesi gerekiyor.
HDP, Kandil silahlarının gölgesinden azade olarak girdiği seçimde ülkenin batısındaki Türk rejim muhaliflerinden ve doğuda AKP’ci Kürtlerden ziyadesiyle destek alır ve barajı bu sayede geçerse AKP’nin Meclis’te 330’un altında kalması kuvvetle muhtemeldir. HDP, 330’un altındaki bu AKP’yle otoriter rejim anayasası için işbirliği yapmayınca, bundan dolayı “mutlakıyyet” hesabı şaşan da Erdoğan olacak. O halde PKK’nın yakında silah bırakacağının konuşulması bile hiç yoktan iyidir.
Öyledir de, dün Dolmabahçe’de yaşananlar içimizin umutla dolması için yeterli midir acaba?
Bir defa dünkü gelişmeler Dolmabahçe’de Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile “İmralı Heyeti” arasındaki “ortak basın toplantısı”ndan ibaret değildi. “Siyasi koreografi” dün sabah saat 09’da Fırat Haber Ajansı’nın KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile yapılmış bir söyleşiyi yayına koymasıyla başladı. Karasu, gün içinde yapılacak açıklamaları herhalde biliyordu ki bakınız ne diyordu: “AKP hükümeti Önder Apo’nun heyetle yaptığı son görüşmeyi çarpıtarak, sanki müzakere olmadan, müzakere başlıklarında anlaşılmadan PKK silah bırakacakmış gibi bir açıklama yapılmasını HDP heyetine dayatmıştır. HDP Heyeti de hükümetin bu yaklaşımını Kandil’e iletmiştir. Kandil de bu görüşme çerçevesinde devlet heyetinin seçim öncesi hiçbir müzakere yapmadan, hiçbir mutabakata ulaşmadan silah bıraktırma çağrısı yaptırma çabasının bir oyun olduğunu ve bunun kabul edilemeyeceğini HDP heyetine bildirmiştir. (...) Anlaşılıyor ki HDP heyeti AKP’nin uygun gördüğü bir açıklama yapacak, hükümet de bu açıklamayı doğru bulduğunu söyleyecek. Bu da tabii bir kurnazlıktır. (...) AKP hükümeti önderliğin (Öcalan) ortaya koyduğu 10 başlıkta müzakere edip sorunu çözecek midir, çözmeyecek midir? Bu sorunun cevabı çok önemlidir. Bu sorun çözülmeden PKK silah bırakacak, ‘PKK kongresini yapıp silah bırakma kararı alacak’ biçimindeki yaklaşımlar demagojidir, toplumu aldatmak ve sorunu çarpıtmaktır.”
Karasu’nun bu sözleri silah bırakma konusunda yakın geleceğe dair aşırı iyimser olmamızı önlüyor. Ama kötümser olmamız için de bir neden yok. Çatışmasızlık durumu sürecektir.
Diğer taraftan, PKK keşke koşulsuz silah bıraksaydı... Lakin onlar silah bırakma adımıyla hükümetten bekledikleri idari ve siyasi çözüm adımlarının “karşılıklı atılması” koşulunu ileri sürüyorlar. “Önce silahsızlanma, sonra çözüm” değil... Birlikte.
Ortak basın toplantısında “İmralı Heyeti” mensubu Sırrı Süreyya Önder’in Öcalan’dan naklettiği şu ifadeler de bu karşılıklılık ilkesini, işte buyurun içeriyor: “Asgari müştereğin sağlandığı ilkelerde silahlı mücadeleyi bırakma temelinde stratejik ve tarihi kararı vermek için PKK’yi bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet ediyorum. Bu davet silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik bir niyet beyanıdır.”
Demek ki bu kongre için hükümetle ilkelerde asgari müştereğin sağlanması lazım. Başka türlü anlamak mümkün değil. Öte yandan Öcalan’ın bir “müzakere süreci taslağı” hazırlayıp bunu geçen kasımda hükümete ve KCK’ya ilettiğini biliyoruz. Öcalan şubatta kongre, nisanda silah bırakma öngörüyordu. Sırrı Süreyya Önder’in dün Dolmabahçe’de Öcalan’a atfen okuduğu “barışın temel omurgasını teşkil eden 10 başlık” da o taslak belgenin gözden geçirilmiş çerçeve hali olmalıdır.
18 Ocak’ta görüştüğümüz Demirtaş, söz konusu “müzakere süreci taslağı” hakkında şunları söylemişti: “KCK taslağı kabul etti, hükümet gel-git yaptı. Şimdi bu belge çerçevesinde tartışabiliriz dedi ama tartışmaya başlamadı. Hükümet zamana oynayacak, seçim yatırımı olarak. Şubatı geçtik mi seçimdir, kim ne yapabilir? Orada (İmralı’da) ne tartışıldı bunların açıklanmasını istiyoruz. Yoksa hükümet bunu istismar etmeye devam edecek. Sanki büyük bir demokrasi projeleri varmış gibi...”
İşte şubatı geçtik...
Artık seçim sath-ı mailindeyiz.
Hükümet ile Kürt hareketi arasındaki, sürece ilişkin temel yaklaşım farkı bu saatten sonra değişir mi? Hükümet, süreçte adım atmak için ön koşul koymaktan, yani “Önce silah bırakın, gerisine seçimden sonra bakarız” demekten vazgeçer mi?
Başbakan Yardımcısı Akdoğan’ın dün Dolmabahçe’de yaptığı açıklamalar sadece neyi almayı umduklarıyla ilgiliydi: “Silahların bırakılmasına yönelik çalışmaların hız kazanması, tam anlamıyla bir eylemsizliğin hayata geçmesi ve demokratik siyasetin bir yöntem olarak öne çıkartılması konusundaki açıklamayı önemli görüyoruz”.
Dün Kandil ve Dolmabahçe’de aslında herkes kendi metnini okudu; tarafların pozisyonlarında değişiklik yoktu. Silah bırakmanın konuşulması yine de güzel. Böyle etkinlikleri seçimden önce sık düzenlemek gerekiyor.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.