Görmemişiz ne yapalım. Emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a dokunulmuş olmasını tarihsel bir olay görüp sevindik. Üstüne düşündüğümde demokrasi yokluğunun bizi nasıl yabancılaştırdığını fark ediyorum. Nihayetinde bir insan cezaevine konuluyor. Çok eminim ki bizim gibilerin yattığı cezaevi koşullarında yatmayacak İlker Başbuğ. Diğer asker tutuklular da öyle aslında. Ama ne olursa olsun bir insan özgürlüklerinden mahrum kılınıyor.
Kuşku yok bir suç varsa kişi cezasını çekmelidir. Ama bizde bir terslik var. Devleti savunduklarını söyleyenler de, devletin hışmına uğrayanlar da cezaevinin yolunu tutuyor. Cezaevleri durmadan doluyor. Durumda bir sakatlık var.
Yakından baktığımızda sakatlık fark edilebilir; her durumda yine korunanın devlet olduğunu görebiliriz. Çünkü tutuklanan kişi gerçekte Genelkurmay Başkanı değildir, emekli Genelkurmay Başkanıdır. Bu dahi önemlidir bizim ülkemizde, buna kuşku yok, parmak sallayana parmak sallanmıştır, ama parmak sallarken değil, o parlak apoletlerini, o şaşalı üniformasını çıkardıktan, emekli olduktan yani vatandaş statüsüne geçtikten sonra. Oysa isnat edilen suç eskidir.
Parmak sallarken görevinden alınmış olsaydı bana göre sivil demokratik teamüllerin yerleşmesi açısından tutuklanmasından çok daha etkili bir siyasi fiil ortaya çıkmış olurdu. İşte o zaman korunanın devlet değil vatandaş, sivil demokrasi, sivil iktidar olduğunu anlardık. Ve asıl o durumda caydırıcılık işler ve görev başındayken devletin üst görevlilerinin suç işleme eğilimlerinin önü alınmış olurdu. Başka deyişle hukuka bağlı devlet memurları olduklarını anlarlardı.
Günah “ben devletim” zannıyla başlıyor
Bu zan da değil onlara verilmiş bir misyondur; bu misyonla eğitilirler ve en tepelere vardıklarında da devlet olduklarına hiç kuşkuları yoktur artık. Anayasa ve yasalarla, teamüllerle de zaten engin biçimde donanmışlardır, yani zan içinde değildirler, gerçekten de devlettirler.
Devlet otoritesi devletin hiyerarşik yapısının tepesine doğru çıktıkça billurlaşır, otorite merkezîleşir ve merkezîleştikçe de dokunulmazlaşır. Aşağılara, astlara daha kolay dokunursunuz üstlere ise daha zor. Neden? Çünkü devlet mutlak otorite anlamında merkezde, üstte olanlarda temerküz eder. Devlet otoritesi aşağıdan yukarıya değil yukardan aşağıya emir kumanda silsilesi içinde tesis olur. Yukarısı emreder aşağısı uyar.
Cumhurbaşkanlarının sorumsuz olmaları da bu nedenledir. Yoksa nihayetinde onlar da seçilmiştir, temsil mekanizması içinde vekâlet kullanmaktadırlar. Neden sorumsuzluk gibi farklı bir statüye tabi olacaklar ki? Oluyorlar ama, çünkü devleti temsil ediyor olmaları apriori kabul görüyor. Bu temsil bir ritüel olmanın ötesine geçen bir temsil üstelik.
Terslik de burada, tepede olanlara vekâlet veren vatandaşlara kolay dokunulabiliniyorken vekâlet alanlara kolay dokunulamıyor. Başbuğ şimdi artık vatandaş-generaldir ve ona dokunulabilinir, her vatandaşa kolay dokunmanın dayanılmaz cazibesi içinde.
Devlet-vatandaş ayrımı üstüne oturan klasik kamu hukuku anlayışının bizim gibi hukuk devletinin yerleşmediği bir ülkede böylesi sonuçlara yol açmasına şaşmamak gerek. Türkiye için henüz lüks gibi görünse de, hak ve özgürlükleri erk merkezli statüye ve hiyerarşiye dayayan bu klasik kamu hukuku anlayışı artık günümüzde aşınmıştır, özgürlükçü demokrasi anlayışıyla çelişmektedir. Kamu hukuku ve medeni hukuk arasındaki uçurum kapanmalıdır. Vatandaş-vatandaş arasındaki ilişkinin (civil law) hukukça korunma değeri neyse devlet-vatandaş ilişkisinde de devletin hukukça korunma değeri bunun üstünde olamaz. Kaldı ki, Devletin hakları diye bir şey de olamaz, vatandaşa karşı ancak yükümlülükleri olabilir.
Eski Genelkurmay Başkanı yargı önünde ama yenisi de devlet benim anlayışıyla sivil siyasete karışıyor, “Kürtçe eğitim olmaz” diyebiliyor. İşte suç ve günah da böyle başlıyor, yani sivil siyasete müdahale hakkını kendilerinde görmeleriyle. Bir kez bu sınır aşıldı mı nerede durulacağı artık hukuk meselesi değil güçle ve konjonktürle bağlı pratik bir mesele oluyor. Devleti koruma ve kollama gibi hem moral hem yasal dayanaklar da var zaten.
Burada eleştirilmesi gereken askerler değildir, onlara bu misyonu yükleyen sivillerdir. Anayasamızda “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” olan maddeler varsa, o anayasa ne nedenli özgürlükçü hükümler taşıyor olursa olsun birincil korunan vatandaş değil devlet olacak ve böylece bu anayasa ile vatandaş değil devlet kutsanmış olacaktır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.